Bir aydan biraz fazla bir süre önce Hayek’ten paylaştığım bir pasajdan hareketle genç bir facebook arkadaşım ‘’totaliter demokrasi’’ ve ‘’plebisiter diktatörlük’’ terimlerinin farkını sormuş, ama başka meşguliyetlerim yüzünden maalesef bugüne kadar kendisine cevap verememiştim. Birkaç gündür kendisine bir cevap yazayım derken, aklıma cevabımı herkese hitap eden bir paylaşım olarak yapmak geldi. Umarım bu, kavramların aydınlatılmasına dönük bu türden paylaşımları düzenli hale getirmeme vesile olur. Tabiî, vaktimin elverdiğince… (Aslında dikkatli bir göz, bu sayfada düzenli olarak paylaştığım yazılarımda bu kabil kavram aydınlatmalarının zaten yer aldığını görecektir.)

Önce, Hayek’in ‘’totaliter demokrasi’’ terimiyle ne kastettiğine temas edeyim. Hayek, tâ Kölelik Yolu’ndan beri (1944), demokrasinin özgürlüğü güvence altına aldığı için ve aldığı ölçüde değerli olduğunu savuna gelmiştir. Düşünür bu temayı daha sonraki eserlerinde de (Özgürlüğün Anayasası, 1960; Özgür Bir Toplumun Siyasî Düzeni, 1979) de işlemişti. Şu var ki, demokrasinin özgürlüğe hizmet edebilmesi ancak onun -başta adalet, hukukun üstünlüğü ve temel haklar olmak üzere- liberal ilkeler ve kurumlar temelinde işlemesiyle mümkündür. Yok eğer böyle değil de, ‘’çoğunluğun yönetme hakkı’’ demokratik yönetimin hiçbir sınıra tâbi olmadığı şeklinde anlaşılıp uygulanırsa, Hayek’in haklı olarak vurguladığı üzere, demokrasinin özgürlüğü korumak şöyle dursun, onun tahribiyle sonuçlanması mukadderdir. Hayek bu şekilde yozlaşan demokrasinin ‘’plebisitçi bir diktatörlük’’e dönüşebileceğine, hatta ‘’totalitrerizm’’le sonuçlanabileceğine dikkat çekmiştir.

Alışıldık terminoloji açısından ‘’totaliter demokrasi’’ kavramsal bir çelişki gibi görünebilir, ama dikkatli bir kavramsal analiz aslında öyle olmadığını gösterebilir. Her şeyden önce, totaliterlik demokrasinin değil liberalizmin karşıtıdır; demokrasinin karşıtı ise otokrasidir. Temel hakları ve hukuk güvencelerini sistematik olarak çiğneyen sınırsız bir çoğunluk yönetimi, yetkisini seçimler yoluyla halktan (yönetilenlerden) aldığı sürece ‘’demokratik’’ olduğunu halâ iddia edebilir.

‘’Totaliter demokrasi’’ teriminin insanlara anlaşılmaz gelmesi, kısaca, ‘’demokrasi’’ adı altında değer verdiğimiz sistemin aslında ‘’liberal demokrasi’’ olduğunun gözardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bildik anlamda demokrasiden sapmalar onun ‘’liberal’’ unsurlarının tasfiesiyle başlar.

Malum, totaliterlik toplumun toptan kontrolünü ve manipülasyonunu ima eden bir terimdir. Totaliter rejim, tekelci ve totaliter bir kitle partisinin, kapsayıcı bir ideoloji doğrultusunda toplumu baştanbaşa düzenlemesini ve kontrol altında tutmasını ifade eder. Elbette, demokratik bir rejimin totaliter bir rejime dönüşmesi kısa zamanda gerçekleşebilecek bir şey değildir; ancak bu büsbütün imkânsız da değildir. Nitekim, muhalif parti ve örgütleri zaman içinde ‘’gayrımeşru’’ hale getirmeyi başarabilen bir hâkim parti, eğer totalci bir ideolojiye de sahipse, toplumu bu akıbetle tahmin edilenden daha erken karşılaştırabilir. Böyle bir rejim, pekalâ, aynı anda hem demokratik hem de totaliter unsuru bünyesinde barındırdığı bir geçiş dönemi yaşayabilir.

Plebisitçi diktatörlüğe gelince, aslında devlet başkanının genel oyla göreve geldiği her sistemde az-çok plebisitçi bir unsur vardır. Özellikle devlet başkanlığ yarışının iki aday arasında geçtiği yerlerde kamusal ilgi ve dikkatin programlardan ziyade adayların kimlikleri üzerinde odaklanması bu eğilimi belirginleştirir. Plebisitçi unsurun sistemi demokratik olmaktan çıkarıp ‘’diktatörlük’’e dönüştürmesi, devlet başkanının ‘’halk tarafından seçilmiş’’ olduğu için formel (anayasal) yetkileriyle sınırlı olmadığını, hukuk tarafından açıkça yetkilendirilmediği konularda da halk adına otorite kullanmaya yetkili olduğunu iddia etmesi ve bu arada gitgide yasama organını devre dışı bırakmasıyla başlar. Bunu genellikle, temel hakların kısıtlanması ve görevdeki başkanın yeniden başkan seçilmesini garanti eden düzenleme ve uygulamalar izler. Böylelikle, tek bir kişi sırf iyi-kötü halk tarafından ‘’seçildiği’’ için ülkenin tek ve en güçlü patronu olur, istediği her şeyi istediği herkese ‘’dikte’’ edebilir hale gelir.

‘’Totaliter demokrasi’’ ile ‘’plebisitçi diktatörlük’’ arasındaki farkı da şöyle özetleyebiliriz: İlk olarak, plebisitçi diktatörlük baskıcı bir rejim olmakla beraber, toplum üzerindeki baskı ve kontrol totaliterlik boyutlarında değildir; kendi siyasî hâkimiyetini tehdit etmediği sürece diktatör sivil alana pek müdahale etmeyebilir. İkinci olarak, plebisitçi rejim kişisel bir yönetimdir, bir kişinin üstünlüğüne dayanır. Buna karşılık, hem toplumun toptan kontrolü için yaygın bir propaganda ağına ve kapsamlı bir baskı örgütüne olan ihtiyacı yüzünden, hem de ideolojik öncelikler yönetenlerin kişisel tutkularından üstün sayıldığı için, totaliter rejim örgütlü-kurumsal bir yapı gerektirir. Kişiselci bir sistemin bu ihtiyacı karşılamasına imkân yoktur. (5 Mart 2020)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir