Modern Türkiye hiçbir zaman tam olarak hür ve medenî bir ülke olmadı ama AKP-MHP ittifakının ‘’himmetleri’’ sayesinde son yıllarda maalesef hürriyet ve medeniyet eşiğinin çok daha uzağına düşmüş bulunuyoruz. İttifakın yasalaştırdığı malum sansür yasası bu iktidarın özgürlük ve medeniliği kategorik olarak reddettiğinin yeni ve kararlı bir örneğini oluşturmaktadır. Esasen, ‘’özgürlükten kaçış’’a medeniyetsizliğe savrulmanın eşlik edeceği bilinmeyen veya şaşırtıcı bir şey değil.

Evet, sürükleyici güçleri AKP ile MHP’nin olduğu mevcut iktidar bloğu Türkiye siyasetini özgürlükten uzaklaştırdıkça ülke medenilikten de en az o kadar uzaklaşıyor. Özgürlükle medenilik arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için, zamanımızın önde gelen özgürlükçü düşünürlerinden Chandran Kukathas’ın geçen yıl yayımlanan ‘’Göç ve Özgürlük’’ adlı kitabında yer verdiği işlevsel özgürlük tanımına bir göz atmak gerekiyor.

Kukathas’a göre, özgürlüğün değerli olmasının nedenlerinden biri, ‘’neye değer verdiğimizi belirlemeyi ve muhtelif amaçlarımızı nasıl gerçekleştireceğimizi bize bırakmasıdır. Siyasî bir prensip olarak özgürlük önemlidir; çünkü o insanî amaç ve özlemlerimizin çeşitli olduğunu tanır ve insanların başkalarının onlar için iyi, en iyi veya uygun olduğunu düşündükleri hayatları değil de kendilerinin sürmeyi istedikleri hayatları yaşamaları gerektiğini kabul eder.’’ (Immigration and Freedom, 2021, s. 242)

Ahlâkî olarak, kendileri için değerli olan amaçların neler olduğunu ve onları nasıl gerçekleştireceklerini belirlemek her bir bireyin kendisine aittir. Hiçbir kimse veya hiçbir kurum insanlara hangi amaç ve değerleri benimsemeleri ve hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğini buyurma hakkına sahip değildir. Normal olarak, bireylerin amaçları farklıdır; bireyler farklı farklı amaç ve değerleri benimser ve gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu da kişilere amaç veya değer dayatmayan bir toplumsal-siyasal çevrenin varlığını özgürlük için zorunlu kılmaktadır.

Başka bir deyişle, sadece özgürlüğü temel bir prensip olarak kabul eden bir siyasî düzen insanî amaç ve özlemlerin çeşitliliğini meşru bir veri olarak kabul eder, ki bu aynı zamanda medeniliğin de temelidir. Sahici medenilik ve medeniyet insan kişisinin ahlâkî failliğini kabul etmekle başlar. İlkellik kalıntısı kolektivist tasavvur medenîlikle bağdaşmaz, çünkü kolektivizm bireyi kolektif bütün içinde eriterek onu kendi bağımsız iradesi ve hareket ilkesi olmayan otomatlara dönüştürme istidadı taşır.    

Bu hakikat çağımızın ironik bir gerçeğine de gözümüzü açmaktadır. Çağdaş medeniyet birçok alanda insanoğlunu iptidaî hayat biçimlerinin çok uzağına taşımış, toplumların refah düzeyini inanılmaz ölçülerde yükselten bilimsel ve teknolojik ilerlemeler kaydetmiş, kısmen retorik düzeyinde ‘’insan onuru’’nu temel bir değer olarak kabul etmiş ve insan haklarını korumak amaçlı kimi kurum ve mekanizmalar geliştirmiş olsa da, başta devlet olmak üzere siyasî kurumlarında insanlığın ilkel dönemlerinden kalma kolektivist tasavvurun etkilerinden ve bunların medeniliğe getirdiği yüklerden henüz özgürleşebilmiş değildir.

Çağdaş uygarlığın ‘’insanlık durumu’’yla bağdaşmayan unsurlarının başında modern siyasî anlayış ve kurumlar, özel olarak devlet gelmektedir. İnsan topluluklarının siyasî olarak örgütlenmeleri elbette yeni (modernliğe özgü) bir durum değildir, muhtelif büyüklük ve özelliklerdeki insan grup ve topluluklarının bir araya geldikleri siyasî formasyonlar çok eskiden beri var olmakla beraber, kendi egemenliği altında topladığı nüfusu merkezî olarak organize eden, düzenleyen, standardize eden, gözetleyen ve kontrol eden hiyerarşik bir kurumsal yapı olarak modern devletin en fazla altı asırlık bir tarihi vardır.

Modern devlet bireylerin hayatlarının her alanına nüfuz etmiş olması bakımından bireylere pek fazla özgürlük alanı bırakmamıştır ve bireyler ve gruplar aleyhine olarak genişlemeye halâ devam etmektedir. Daha da kötüsü, içinde bulunduğumuz devlet tarafından kısıtlanmışlık veya sınırlanmışlık durumuna zaman içinde alış(tırıl)mış olmamızdır. Yine Kukathas’tan yararlanarak söylersek, modern devlet çeşitli türden kontrol mekanizmaları marifetiyle bizi birey ve toplum olarak tecrübe ettiğimiz ‘’özgürlük kaybı’’na duyarsızlaştıran, onu hayatın normal akışıymış gibi görmemize yol açan gözetleme ve düzenlemelere alışmamızı sağlamıştır. (Kukathas, Immigration and Freedom, 2021, s. 251)

Yaşadığı özgürlük kaybının bile bilincinde olmayan bireylerin medenî bir toplumun köşe taşları demek olan ahlâkî failler olmalarını ummak gerçekçi bir beklenti olmasa gerektir. Özgür bireylerin medenî toplumu olmanın ön şartı hem özgürlük kaybını normalleştirmekten vaz geçmek, hem de bu kaybın failinin devlet olduğunu idrak etmektir. Sadece biz değil, bütün dünya insanları olarak, bunu yapmadığımız, yapamadığımız sürece, sahici anlamda özgürleşme ve medenileşme şansımız yoktur. (Diyalog, 16 Ekim 2022)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir