Bazen ne tür bir rejimin tercih edilmesi gerektiğinin belirlenmesinin özünde şu ikileme cevap vermekle ilgili olduğu söylenir: ‘’Ekmek mi, özgürlük mü?’’…

Bu elbette günümüz toplumlarının, hatta belki de genel olarak ‘’insanlık durumu’’nun karşı karşıya olduğu temel bir meselenin fazlasıyla basitleştirilmiş bir anlatımıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, aşağıda işaret edeceğim gibi, bu sahte bir sorudur, sahte bir ikilemdir. Takdir edileceği gibi, buradaki mesele çok daha karmaşık ve çok boyutludur.

En başta, sorunun ‘’ekmek mi, özgürlük mü?’’ şeklinde ortaya konması bizi yanıltmasın, bunun arkasında insanların gerçekte bunların her ikisini birden istedikleri düşüncesi saklıdır:  ‘’Elbette aynı anda ekmeğe de özgürlüğe de ihtiyacımız vardır, ama mecbur kalsak hangisini seçerdik?…’’

Gerçi, sokaktaki insan aslında bu sahte tercihe mahkûm olmadığımızın bilincinde olmayabilir veya bunu sahici bir durum olarak değil de ‘’farz-ı muhal’’ (olmaz ama olsaydı) şeklinde dile getiriyor olabilir.

Her ne hal ise, insanoğlunun temel tercihinin ‘’ekmek mi, özgürlük mü?’’ şeklinde ortaya konmasının meseleyi fazla basitleştirdiğini söylerken aklımda tuttuğum önemli nokta şudur: ‘’Ekmek’’ ile ‘’özgürlük’’ birbirinden bağımsız ve hele birbirine rakip hiç değildir. Bunları rakip ve biri diğerini dışlayan iki ayrı seçenek olarak görmek bir yanılsama, öyle göstermek ise bir aldatmacadır. Çünkü aslında özgürlük ekmeğin de anahtarıdır, onun varlık şartıdır. Toplum hayatına ve insanî ilişkilere keyfî bir müdahalede bulunulmadıkça, özgürlükle ekmek zaten bir arada var olurlar. Özgürlük pahasına ekmek vaat eden rejimler ve siyasetçilere güvenmememiz gerekir.

Öte yandan, bu formülde özgürlük kelimesi dar anlamda değil, daha geniş bir siyasî değerler skalasını işaret eden anlamda kullanılmaktadır. Bununla kast edilen, insanın içinde özgür olabileceği bir rejim, yani demokratik hukuk devleti veya anayasal-demokratik devlettir. Böylece insanlar ‘’özgür olalım, bizi kimin yöneteceğini kendimiz belirleyelim, hakkımız-hukukumuz da güvence altında olsun’’ demek istiyorlar. Kısaca, insanlar bunları sağlayan bir rejimde yaşamayı (özgürlüğü) istemekle aslında otoriter rejim sözde seçeneğini reddetmektedirler.

Aynı formüldeki ‘’ekmek’’ kelimesiyle kast edileni de kısaca ‘’zenginlik ve refah’’ olarak anlayabiliriz. Yani, insanlar, temel ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde, kendilerine rahat bir yaşam ve nispî konfor sağlayabilecek düzeyde istikrarlı olarak zenginlik üreten bir sistemde yaşamak isterler. Bu da ancak kişiler arasında gönüllü mübadeleyi esas alan ve onların girişimci yeteneklerini ve yaratıcı kapasitelerini serbest bırakan bir iktisadî yapıyla, yani piyasa ekonomisiyle mümkündür.  

Şimdi, ‘’ekmek mi, özgürlük mü ?’’ sorusu insanlık durumunun doğru bir teşhisine dayanıyor olmasa da, ülkemizin hâlihazırdaki durumunu bu sorudan hareketle değerlendirmek yine de anlamlı olabilir.

Türkiye’nin hâlihazırdaki durumu nedir denirse, en başta şu tespiti yapmamız gerekiyor: Türkiye’yi 19 yıldır yönetmekte olan AKP başlangıçta bize, ‘’özgürlük’’ ve ‘’ekmek’’ten değil sadece birisini, tam tersine ikisini birden vaat etmişti. Hem özgürlük ve demokrasi, hem de refah sözü vermişti yani. Ama gelin görün ki, bugün gelinen noktada ne özgür olduğumuz, ne de doğru dürüst ekmeğimizin olduğu söylenebilir. Malum, baskı ve zulüm epey bir zamandır AKP yönetiminin karakteristik özelliği haline gelmiş bulunuyor; AKP rejiminde özgürlük de, hak-hukuk ta, adalet te, demokrasi de yok.

Peki, özgürlüksüz kaldık ama bari ekmeğimiz büyüyüp kalitesi arttı mı? Yani, refahımızda belirgin bir artış var mı? Hayır, o da yok. AKP iktidarı Türkiye’yi maalesef iktisadî olarak ta iflâs ettirmiş durumda. Türkiye ekonomisi epeydir refah değil yoksulluk üretiyor! Bu arada, aşı temini meselesinde gözlendiği gibi, sadece beceriksizlik ve sorumsuzluk değil, ekonomik iflas da Türkiye’nin COVİD-19’la mücadelesini olumsuz etkiliyor.

Bu şu demek: Mahalle kabadayısı gibi şuraya buraya höyküren bir devletimiz var, ama aslında kendisi her bakımdan ‘’himmete muhtaç’’!

Türkiye bugün, sadece muhalefetin değil vatandaşlar olarak hepimizin beceriksizliğimizin de katkısıyla, kendi ‘’itibarından tasarruf etmeme’’nin çaresini vatandaşın onuruna ve ekmeğine musallat olmakta gören ve bu arada özellikle iktisadî konulardaki bilgisizlik ve beceriksizliğinin faturasını vatandaşlara yükleyen bir yönetime mahkûm durumda.

Ne yazık ki, ufukta herhangi bir umut ışığı da görünmüyor, çünkü onu yakacak olan sanki biz yurttaşlar değilmişiz gibi, o ışığı başkalarından bekliyoruz! (Diyalog, 12 Nisan 2021)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir