Cumhurbaşkanlığı ve Millet Meclisi seçimleri her gün biraz daha yaklaşır ve siyaset iyice kızışırken bu yarıştan iktidarın mı yoksa muhalefet ittifakının mı galip çıkacağı konusunda güvenle bir tahmin yürütmek halâ zor görünüyor.

Gerçekten de, AKP-MHP iktidarının ülkeyi içine sürüklediği ve halkın gündelik hayatını son derece zorlaştıran çok yönlü çıkmaza karşısında, bir yıl öncesine göre iktidar partileri karşısında epeyce mesafe kazanmış olsa da, muhalefet ittifakının önümüzdeki her iki seçimden de net bir başarıyla çıkacağına inanmak kolay değil.  

Bunda, başta kimin cumhurbaşkanı adayı olması gerektiği olmak üzere, muhalefet partileri arasında temel meselelerde ciddî anlaşmazlıklar, hatta gerilimler var olduğuna ve Altılı Masa’nın genelde açık-seçik bir stratejiden yoksun olduğuna ilişkin AKP-MHP propagandasının seçmen kitleleri üzerinde etkili olmasının elbette hatırı sayılır bir rolü var.

Öte yandan, muhalefet bloğu hükümet sistemi ve siyasî rejime ilişkin değişiklik önerilerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuş olmasına rağmen, iktidara gelmeleri halinde ülkeyi iflastan ve yaygınlaşmış yoksulluktan kurtarıp yeniden refah ve zenginlik üretimini nasıl sağlayacakları konusunda -bırakalım kapsamlı bir ekonomik program geliştirmeyi- henüz dişe dokunur bir öneri dile getirmiş değildir.  Oysa, seçmen kitlelerini en fazla etkileyebilecek olan, insanların gündelik hayatlarını rahatlatacak, onları geçim derdi baskısından kurtaracak inandırıcı bir iktisadî programdır.

Bu arada, iktidarın Ekrem İmamoğlu’yla ilgili malum kötü niyetli hamlesi beklendiği ölçüde muhalefetin işine yarayacak bir mağduriyet psikolojisi yaratmamıştır ve üstelik bu hamle Altılı Masa’nın ‘’birlik-bütünlük’’ içinde hareket etmesini zorlaştırabilecek yeni gerilimlere yol açmış görünmektedir. En başta, zaten zor olan muhalefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı sorunu daha da karmaşık hale gelmiş; böylece bir yandan CHP içinde ‘’Kılıçdaroğlu mu, İmamoğlu mu?’’ tartışması, öbür yandan Altılı Masa içinde de ‘’Kılıçdaroğlu mu, İmamoğlu mu, yoksa üçüncü bir aday mı?’’ şeklindeki başka bir tartışmanın baş göstermesi muhalefetin elini bir ölçüde zayıflatmış bulunmaktadır.

Bu arada, Meral Akşener’in yer yer ittifakın ortak tutumundan bağımsız bir strateji izlemekte olduğu görüntüsü Altılı Masa için başka bir sorun olarak ortada durmaktadır.  Dahası, AKP-MHP ikilisinin ‘’başörtüsü özgürlüğü ve ailenin korunması’’yla ilgili anayasa değişikliği önerisinin halk oylamasına götürülmesi ihtimali de, geçen haftaki yazımda açıkladığım nedenlerle, muhalefet partilerini zora sokabilecek başka bir tuzak olarak uygulamaya konmayı beklemektedir.

Kısaca, kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi, muhalefet bloğu AKP-MHP ittifakının bir miktar önünde görünmekle beraber, siyasî iktidar elinde hazır tuttuğu veya yeni kurgulayacağı tuzakları devreye sokmasa bile, Altılı Masa için seçimleri kazanmak garanti değildir. 

Pratikte bunun anlamı, Altılı Masa’nın seçmen desteğini belirgin bir şekilde artıracak yeni bir hamle yapmaya ihtiyacı olduğudur. Bu şartlar altında muhalefet bloğu için ufukta görünen en akla yakın hamle ise Kürt seçmenlerden hatırı sayılır büyüklükte bir desteği garanti edecek yeni bir adım atmak olacaktır. Yani, Altılı Masa’nın HDP’yi mevcut ittifaka dahil etmesi veya onunla sınırlı ama ilkesel temelde bir işbirliği anlaşması yapması şart görünmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, HDP’nin desteğini garanti etmeden Altılı Masa’nın önümüzdeki seçimlerde iktidar bloğunu yenmesi ve özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminden galip çıkması imkânsız denecek kadar zordur.

Esasen, HDP’yle bir şekilde işbirliği yapmak zorunluluğu Altılı Masa bakımından bir strateji meselesinden ibaret te değildir; bu aslında Türkiye’nin yönetimine talip olan her ekip için ahlâkî-siyasî bir yükümlülüktür. Türkiye toplumunun barış ve refahını, dirlik ve düzenini önemseyen iktidar adayı her siyasî aktörün, ideolojisinin ne olduğundan bağımsız olarak, HDP’nin sosyolojik olarak neyi temsil ettiğini asla unutmaması gerekir.

Bu münasebetle tekrar hatırlatmak isterim ki, Kürt meselesinin, Kürtlerin demokratik temsilcilerinin de katılımıyla barışçı-demokratik bir çözüme kavuşturulması Türkiye’nin temel meselelerinden biri, belki de birincisidir. İdeolojisi ne olursa olsun, Türkiye’nin yönetimine talip hiçbir siyasî kadro bu gerçeği unutma lüksüne sahip değildir.  Açıktır ki, Türkiye’nin sadece iç barışı değil genel olarak özgürlüğü ve refahı da Kürtlerin de özgürleşmesine bağlıdır. (Diyalog, 1 Ocak 2023)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir