Önümüzdeki Mart ayı sonunda yapılacak olan yerel yönetim seçimlerinin yaklaşması bir yandan siyasî partilerin aday belirleme çalışmalarını, bir yandan da partiler arasında seçim ittifakı veya işbirliği arayışlarını hızlandırdı.

Bu arada iki gün önce gazetelere ilginç bir haber yansıdı. Buna göre, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (HEDEP) -namıdiğer Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin- “İstanbul’da aday çıkarması” karşılığında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) de “PKK/YPG/PYD gibi terör örgütleriyle bağlantısı olmayan, sicili temiz adayların belediye başkanı seçilmeleri halinde, o belediyelere yönelik kayyım atamayacağı” iddia ediliyor.

AKP’nin bu ilginç çıkışının nedeninin, HEDEP’te “Türkiye’nin her yerinde yerel seçimlere kendi adaylarıyla girme eğiliminin ortaya çıkması” olduğu söylenmektedir. Anlaşılan, İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığını kazanabileceğinden emin olmayan AKP, İYİ Parti’yle işbirliğine gireceğinden korktuğu CHP’ye İstanbul’daki Kürt seçmenlerden gelmesi muhtemel oyları engellemek istemektedir. 

AKP’nin bu taktiğinin kendisi açısından başarılı olup olmayacağı bir yana, bu haberin daha önemli olan yanı, iktidar partisinin 2016 darbe girişimi sonrasında başlattığı HEDEP’li belediyelere ‘’kayyım’’ atama uygulamasından hem vaz geçmeye niyeti olmadığını, hem de bir emrivaki ile kendi yarattığı bu imkânı rakiplerine karşı bir koz, hatta bir şantaj unsuru olarak kullanabileceğini göstermesidir.

AKP lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019 seçimleri öncesinde de ‘’Bu seçimlerde, teröre bulaşmış olanlar sandıktan çıkarsa, kayyum tayinleriyle yolumuza devam ederiz” diyerek belediyelere kayyım atama seçeneğini özellikle Kürt siyasî hareketine karşı bir koz olarak kullanmaya kararlı olduğunu ortaya koymuştu.

Aslında bir özel hukuka ait olan ‘’kayyım’’ kurumunu malum darbe girişini izleyen olağanüstü yönetimi fırsat bilerek anayasal sistemimize sokan, hatırlanacağı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisiydi. Nitekim, bu yolu, 1 Eylül 2016’da yürürlüğe giren 674 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde kararnamesiyle Belediye Kanunu’nda yaptığı ek ve değişikliklerle açmıştı. Böylece, seçilmiş bir belediye başkanının terör örgütüyle ‘’ilişkisi’’ bahane edilerek görevden uzaklaştırılmasıyla yetinilmeyip yerine idarî bir kararla iktidarın bir adamının getirilmesi olağanlaştırıldı.

Daha da tuhaf olan, mahallî idarelerde kayyımlı yönetim zamanla, ‘’kötüye kullanıldığı durumlar dışında’’, iktidarı ve muhalefetiyle neredeyse herkesin kanıksadığı bir uygulama haline geldi.  Oysa kamu idaresinde kayyımın olağanlaştırılması hem özü itibariyle, hem de bir yöntem olarak zaten açıkça iktidarın kötüye kullanımıdır. Bu özü bakımından bir kötüye kullanımdır, çünkü zaten yürürlükteki anayasal sistemde yerel yönetimlerin üzerinde merkezî yönetimin sıkı bir vesayet denetimi vardır ve bunun araçları Anayasayla belli edilmiştir. Ayrıca, seçimli kamusal organların uzun süreli idarî atamalarla ikame edilmesi bu işin doğasına aykırıdır. Öte yandan usul bakımından da, olağanüstü hal KHK’larıyla kanunlarda kalıcı değişiklikler yapılması kamusal bir yetkinin kötüye kullanılmasından başka bir şey değildir.

Aslına bakılırsa, bu kötüye kullanımın yolu bizatihi 1982 Anayasası tarafından açılmıştır. Çünkü bu Anayasanın 127. maddesi yerel yönetim organlarının İçişleri Bakanı tarafından ceza soruşturma veya kovuşturması nedeniyle görevden uzaklaştırılmalarına izin vermiş, ama yönetim organlarının seçimle göreve gelecekleri ilkesinden bu gibi durumlarda da vaz geçilemeyeceği yolunda bir güvence de getirmemiştir. (Aynı hüküm Belediye Kanunu’nun 47. maddesinde de tekrar edilmiştir.) Nitekim 1961 Anayasası yerel yönetim organlarının görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin kötüye kullanılmaya açık böyle bir hükme yer vermemişti.

Gerçi Belediye Kanunu’nun 45. maddesi Belediye Başkanının görevden uzaklaştırılması durumunda Belediye Meclisi tarafından bir Başkan vekili seçileceğini öngörülmektedir, ama 674 sayılı Olağanüstü KHK ile bu maddeye eklenen fıkra Başkanın ‘’terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle’’ uzaklaştırılması durumunda bu kural yerine -sanki başkanlık makamı boşalmış gibi- 46. maddede öngörülen İçişleri Bakanı veya Vali tarafından görevlendirme -yani atama- uygulanmasını getirmiştir.  Bu düzenlemenin kötüye kullanıma açık olduğu belliydi ve nitekim şimdiye kadarki yüzden fazla kayyım atanması uygulaması bunu teyit etmiş bulunmaktadır.

Burada aslında bilinçli olarak kötüye kullanılmaya açık bir düzenleme yapılmıştır. Besbelli ki amaç, Kürtlerin yerel düzeydeki demokratik temsilinin ‘’Kürt partileri’’ aracılığıyla gerçekleşmesini önlemektir. Ulusal düzeydeki temsilcilerinin de Anayasanın sağladığı ‘’imkânlar’’ kullanılarak sık sık taciz edilmeleri veya siyaseten etkisizleştirilmeleriyle birlikte düşünüldüğünde, bu şekilde Kürtlerin Türkiye’nin siyasal sistemine demokratik katılımının büyük ölçüde engellendiğini kabul etmek gerekiyor.

Sonuç olarak, nüfusun çoğunluğunu Kürt yurttaşların oluşturduğu yerlerde seçilmiş yerel yönetim organlarının bir şekilde (genellikle ‘’terör’’ bahanesiyle) görevden alınarak yerlerine kayyım atanması uygulamasının pratik sonucu bu yörelerde yapılan seçimlerin işlevsizleşmesidir. Başka bir deyişle, Kürt yurttaşların yerel düzeyde seçme hakları bu yolla fiilen hükümsüz kılınmakta, bu da Kürt ağırlıklı illerde yapılan mahallî seçimlerin büyük ölçüde göstermelik olduğu anlamına gelmektedir. (Diyalog, 10 Aralık 2023)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir