Dante Alighieri’ye (1265-1321) atfedilen şöyle bir söz vardır: ‘’Cehennemin en sıcak bölümleri ahlâkî kriz anlarında tarafsızlıklarını sürdürenlere ayrılmıştır.’’ Dante’ye atfedilmesinin doğru olup olmadığı bir yana, bu sözün, üzerinde ciddi olarak durmamız gereken bir mesaj içerdiğine şüphe yok.

Şimdi, tarafsızlık pasif bir tutum olduğu için, ilk bakışta, ‘’şu veya bu konuda veya ihtilâfta yahut şu veya bu kişiye karşı bir şekilde tavır almayan veya tutum takınmayan, yani bir bakıma hareketsiz kalan kişinin bu tutumunun ahlâkla ne ilgisi var?’’ denebilir. Öyle ya, Mecelle’de dendiği gibi, ‘’sâkite bir söz isnat olunmaz.’’ Gerçekten de, sessiz kalan, herhangi bir söz söylemeyen, sözlü bir beyanda bulunmayan kişinin bir söz söylediği varsayılamayacağından, onun ahlâkî yargılamaya konu olacak bir eylem veya ediminin var olmadığı söylenebilir.

Ama sessizlik (ve dolayısıyla tarafsızlık) bazan aktif bir tutum niteliği kazanır. Nitekim, Mecelle’nin ilgili hükmünün devamında şöyle deniyor: ‘’… lâkin mağrız-ı hâcette sükût beyandır.’’ Yani, içinde bulunulan özel şartlarda kişinin şu veya bu yönde bir açıklama yapması, beyanda bulunması gerekli olabilir, aksi halde sessiz kalmasına ahlâkî bir anlam yüklenebilir. Çünkü, bu gibi durumlarda kişinin sessiz kalması onun aslında ilgili konuda bir tutum aldığına delâlet eder. O zaman da, hareketsiz veya sessiz kalmasının bu özel şartlardaki anlamından hareketle kişi hakkında ahlâkî değerlendirme yapmak meşru olur.

Öte yandan, ‘’tarafsızlık’’ olarak hareketsizliğe kendi başına değer verildiği veya bunun kınandığı durumlar da vardır. Başka bir anlatımla, normal olarak nötr bir pozisyon olan tarafsızlık bazı özel şartlarda ahlâkî bir vecibe sayılırken, başka bazı şartlarda kaçınılması gereken bir kötülük haline gelebilir. Söz gelişi, liberal-demokratik devletin ideoloji, dünya görüşü ve hayat tarzı bakımından tarafsız olması bir gereklilik olarak görülür. Bunun bir sonucu olarak, aksine davranmak için (istisnaî olarak) haklı nedenler olmadıkça, kamu makamlarının yetkilerini tarafsızlıkla kullanmaları ve yurttaşlara tarafsız olarak muamele etmeleri gerekir. Öte yandan, ister devlet tarafından isterse özel kişi veya gruplar tarafından insanlara zulmedilmesi, onların haklarının ve meşru çıkarlarının çiğnenmesi karşısında tarafsız kalmak özel kişiler için ahlâken kınanmayı hak eden bir tutumdur.

Evet, prensip olarak, haksızlık karşısında susmak veya hareketsiz kalmak anlamında ‘’tarafsızlık’’ bir meziyet değil bir ahlâk zaafıdır. Birçok durumda buna tarafsızlık denemez; bu haksız, gâsıp, mütecaviz, zâlim… artık her neyse, ondan yana taraf olmak demektir. Şu var ki, haksızlık yapanlara karşı mazlum veya mağdurun yanında olmanın çoğu zaman katlanılması kolay olmayan ağır maliyeti yüzünden, herkesin ‘’kahraman’’ olmasını beklemek de hakşinas bir tutum değildir. Yine de herkesin haksızlık yapana açıkça meydan okumak dışında da yapabileceği anlamlı şeyler vardır. Yüksek sesle eleştiremiyor veya karşı çıkamıyor olsanız da, pekalâ zâlimi desteklemek, övmek veya mazur göstermekten kaçınabilir, onunla var idiyse dostluk ilişkinizi kesebilir, onun ve destekçilerinin bulunduğu ortamlardan uzak durabilirsiniz.

Mağdur ve mazlumla ilgili olarak da çok fazla risk almadan yapabilecekleriniz vardır. Meselâ onunla arkadaşlık ve dostluğunuzu kesmemek, ondan ilgi ve sempatinizi esirgememek ve duruma göre onu malî olarak desteklemek gibi… Bu arada, onun uğradığı haksızlığın giderilmesi için, duruma göre hukukî yardımda bulunabilir veya haksızlığın varsa kurumsal temellerinin düzeltilmesi çabalarına entelektüel katkı yapabilirsiniz.

Ama eğer azıcık da olsa ahlâkî kaygınız varsa mutlaka kaçınmanız gereken bir şey vardır: Baskı ve zulmün fâilini mazur gösterecek şekilde, sürekli olarak bütün enerjinizi mağdur ve mazlumu eleştirmeye, onun bu baskı ve zulmü ‘’hak ettiğini’’ kanıtlamaya harcamak. Dante’nin sözünü ettiği ‘’cehennemin en sıcak bölümleri’’ işte tam da bunu yapanlar için ayrılmış olsa gerektir.

Son yıllarda sıradan insanları, ‘’hacısı-hocası’’, dindar ve seküler aydını ve ulemasıyla Türkiye toplumu bu konuda maalesef hiç de iyi sınav vermedi. Daha önce de başka bir vesileyle işaret ettiğim gibi, bu ülkede siyasetçilerimizin sık sık takdirkâr bir edayla atıfta bulundukları ‘’millî ve manevî değerlerimiz’’ her ne hikmetse ne yönetenlere ne de yönetilenlere etki ediyor!

Kimbilir, zulme kayıtsızlık ve her zaman güçlüden yana olmak belki de bizim millî bir karakterimizdir.

(Diyalog, 8 Eylül 2019)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir