Geçen 9 Mart günü Adam Smith’in ünlü ‘’Ulusların Zenginliği’’ (1776) adlı eserinin yayımının 244. yıldönümü idi. Adam Smith (1723-1790) modern iktisat biliminin kurucusu sayılan bir ‘’İskoç Aydınlanması’’ düşünürüdür. Ancak Smith sadece modern politik iktisadın öncüsü değil, aynı zamanda önde gelen bir ahlâk filozofu idi. Kendisi bu alanda da Ahlâkî Duygular Teorisi (1759) adlı eseriyle maruftur.

Smith’in iktisadî tezi tek bir cümleyle şöyle özetlenebilir: Serbest piyasa bireylerin rasyonel çıkar arayışlarının zenginlik ve refah yaratmasını sağlayan ana dinamiktir.

Smith’e göre, zenginliğin ana nedeni ve medeniyetin en büyük avantajlarıdan biri iş bölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesidir. İş bölümü ve uzmanlaşmanın yararlı sonuçları kendisini en iyi serbest piyasada gösterir. Âdeta ‘’görünmez bir el’’ serbest piyasada kendi çıkarının peşinde koşan bireylerin sonsuz sayıdaki farklı eylemlerini ortak yarara hizmet edecek şekilde koordine eder. Ulusların Zenginliği’nde yazdığı gibi: ‘’Bizim akşam yemeğimizi umabilmemiz kasabın, biracının veya fırıncının iyilikseverliğinden değil fakat bunun onların kendi çıkarına olmasından dolayıdır.’’

Smith aslında kendi zamanında iktisada ilişkin olarak yaygın olan bazı yanlış anlayışları düzeltmeyi amaçlıyordu. Bunların başında ulusların zenginliğinin niteliği ve  kaynağı hakkındaki büyük ölçüde merkantilizmden kaynaklanan yanlış düşünce geliyordu. Düşünürün eserinin tam adının ‘’Ulusların Zenginliğinin Mahiyeti ve Nedenlerinin Araştırılması’’ olması bu bakımdan anlamlıdır. Bugün bile etkisini sürdüren sözkonusu yanlış anlayışa göre, bir ülkenin zenginliği toplam üretiminin değil de elindeki altın ve gümüş stokunun büyüklüğünde kendisini gösterir. Merkantilistler zenginlik kaybına yol açmamak için ithalâttan kaçınıp ihracata yönelmek gerektiğini,  bu sayede sözkonusu değerli metallerin de geri gelmesinin sağlanacağını ileri sürüyorlardı.

Bir tür ekonomik milliyetçilik demek olan merkantilizmin göremediği şey, ihracatın bir yandan yerli üretim fazlası için yeni pazarlar yaratırken, öbür yandan ihtiyaç duyulan bazı malların dışarıdan daha düşük maliyetle sağlanmasına imkân verdiğidir. Merkantilist görüşün hâkim olması devletleri ithalât vergileri, sübvansiyonlar ve yerli sanayinin korunması gibi dış ticarette korumacı bir politika izlemeye itiyordu. Aynı korumacılık ülkelerin içinde de geçerliydi; nitekim şehirler kendi mallarını satmak üzere başka şehirlerden gelen zanaatkârları engelliyor, esnaf ve tüccarlar kendilerine tekel vermesi için krala başvuruyor, emekten tasarruf eden teknik donanım mevcut üreticilere tehdit olarak görülüp yasaklanıyordu.

Oysa Smith’e göre, ekonomide etkinlik rekabete bağlıydı, sadece ülke içinde değil uluslar arasında da… Genellikle sanıldığının aksine, içte de dışta da korumacılık zararlıdır ve kaynak israfı demektir. Smith ‘’Ulusların Zenginliği’’nde haklı olarak üretkenliğin kaynağının her iki tarafı da yararlandıran serbest mübadele olduğunu, dolayısıyla tarım ve imalât sanayii gibi ticaretin de refahı artırdığını söylüyordu. Böylece, bir ülkenin zenginliği onun stokladığı altın ve gümüşün miktarına değil, üretim ve ticaretinin toplamına, bugünkü deyimle ‘’gayrısafî yurtiçi hâsıla’’sının büyüklüğüne bağlı idi.

Adam Smith aynı zamanda diğer İskoç Aydınlanmacıları gibi bir toplum felsefecisi idi. Ona göre, insanların toplum olarak bir arada yaşamalarını ve işbirliği yapmalarını sağlayan şey, bireylerin özgürlük ve kendini-düşünme dürtülerinin onların topluma uyma eğilimleriyle bir arada gitmesiydi. Başka bir ifadeyle, insanlar kendilerini düşündükleri kadar, hemcinslerinin kaderine de ilgi duyuyor ve toplumun diğer bireylerine karşı ‘’duygudaşlık’’ (‘’sempati’’)  besliyorlardı.

Bireyler hem başkalarının kaderine ilgi duyar ve onlara yadım etmek isterler, hem de onlarla arkadaş olmak, birlikte iş yapmak ve onlardan ilgi ve takdir görmek isterler. Bireylerin karşılıklı yarar için birbirleriyle iş ve işbirliği yapmaları da işte bu doğal sempati zemininde mümkün oluyordu. Ahlâkî Duygular Teorisi’nin başında yazdığı gibi: ‘’Ne kadar bencil olursa olsun, insanın doğasında başkalarının kaderine ilgi duymasını sağlayan ve – bunu görmenin hazzı hariç bundan hiçbir şey elde etmese de- onların mutluluğunu kendisi için gerekli gören bazı ilkelerin var olduğu aşikârdır.’

Bu durumda, David Schmidtz’in dikkat çektiği gibi, Smith’e göre insanın temel psikolojik eğiliminin kişisel çıkar arayışı veya kâr motifi değil de, mübadele ve değiş-tokuş eğiliminin de altında yatan, başkalarıyla etkileşim ve iletişim dürtüsü olduğu söylenebilir. Bu hemcinsleriyle işbirlikçi bir ilişki içinde olma temel güdüsü bireyin karşılıklı yardımlaşma, dost ve arkadaş edinme ve bir toplumun parçası olma isteği vb. şekillerde kendisini gösterir.

Özetle, Adam Smith’e göre özgür, uyumlu ve müreffeh bir toplum siyasî cebirle değil, aksine kendiliğinden bir şekilde, insan doğasının bir ürünü olarak ve âdeta ‘’görünmez bir el’’ yardımıyla ortaya çıkar ve açık ve rekabetçi bir piyasa toplumunda gelişir.

(Diyalog, 15 Mart 2020)

 

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir