1. GENEL ESASLAR

Evrensel bir bakışla, anayasa yapmanın başlıca iki amacı olduğu söylenebilir. Birincisi devlet iktidarını sınırlandırmaktır. Bu da, her şeyden önce, “insan hakları”nı kamu gücünü kullananların keyfi müdahalesinden korumayı, “hukuk devleti” güvencelerini ve yatay (işlevsel) ve dikey (idari) kuvvetler ayrılığını anayasallaştırmayı gerektirmektedir. Gerek hukuk devletinin gerekse kuvvetler ayrılığının gerekleri arasında en başta yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını sağlamak gelmektedir. Kısaca, yeni anayasa “sınırlı devlet”i gerçekleştirmelidir.

Anayasa yapmakla elde edilmek istenen ikinci temel amaç, toplumun kendi kaderine hakim olmasına, yani hangi ilkelere göre yönetilmek istediğini toplumun kendisinin belirlemesine imkân vermektir. Bu amaç aynı zamanda, anayasa bir kere yapıldıktan sonra da halkın temel siyasal kararların alınmasına doğrudan doğruya veya temsilcileri aracılığıyla katılmasını mümkün kılacak kurum ve mekanizmalara anayasada yer verilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla, yeni anayasanın aynı zamanda demokratik bir rejim öngörmesi gerekir.

Öte yandan, anayasa yapmanın her iki amacı da, özellikle ikincisi (toplumun kendi kaderini eline alması), devlet sisteminde bürokratik iktidarın etkinliğini mümkün olduğunca azaltmayı zorunlu kılmaktadır. Açıktır ki, toplumun kaderiyle ilgili temel siyasal kararların alınmasında asli yetki ve sorumluluk yurttaşların demokratik temsilcilerine ait olmalıdır. Bu yetki ve sorumluluğun memurlarla paylaşılması veya onların frenlemesine tabi olması Türkiye’de “bürokratik vesayet” denen şeydir ve yeni anayasanın buna açık kapı bırakmaması gerekir.

Ancak, kaçınılması gereken bir durum olarak “bürokratik vesayet”ile, devlet yönetiminde bürokrasinin teknik uzmanlığından yararlanmanın aynı şey olmadığını da hatırlatmak gerekir. Modern şartlar altında devlet yönetiminin bir ölçüde bürokratik yönetim olmasından büsbütün kaçınmaya imkân yoktur. Özellikle, kanunların anayasaya uygunluğunun ve kamu idaresinin yargı yoluyla denetlenmesinin hukuk devleti ilkesi açısından vazgeçilmez olduğu açıktır. Buna karşılık, bu kurumların seçilmiş siyasi makamlar üzerinde vesayetçi tutuma yönelmemeleri için de bunların görevlerinin ideolojik ve keyfi yorumlara yer bırakmayacak şekilde kesin tanımlara kavuşturulması ve bu arada silâhlı kuvvetlerin sivil-demokratik kontrolünün kesin olarak sağlanması da gerekir.

  1. DEVLETİN NİTELİKLERİ

Yeni anayasa devletle toplum arasında, en tepesinde devletin yer aldığı bir hiyerarşi kurmaktan kaçınmalıdır. Tam aksine, anayasanın bütününe, devletin müteal (aşkın) bir varlık değil, fakat sadece toplumun bir aracı olduğu anlayışı hakim olmalıdır. Bu çerçevede toplumun bir aracı olarak devlet esas olarak kişilerin temel haklarını koruyan, toplumda barış ve düzeni sağlayan ve toplumun ortak ihtiyacı olduğu halde sivil yollardan karşılanamayan hizmetleri kuran ve koordine eden bir kurum olarak düzenlenmelidir. Bu temel anlayışa uygun olarak, yeni anayasanın devleti “insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayanan, kültürel çeşitliliğe ve azınlık haklarına saygılı, adem-i merkeziyetçi, demokratik ve lâik bir cumhuriyet” olarak tanımlaması uygun ve yeterli olacaktır.

Bu tanımın ilk özelliği herhangi bir ideolojiye atıf yapmamasıdır. Açıktır ki, toplumun ve muhtelif toplum kesimlerini siyaseten temsil eden partilerin dünya görüşü ve ideoloji bakımından farklılık göstermesi normal bir durum olduğuna göre, bu ideolojik pozisyonlardan sadece birine anayasal ayrıcalık veya üstünlük tanımak normal olmayan ve çoğulcu siyaseti imkânsız kılan bir tercih olur. Bu arada belirtmek gerekir ki, lâiklik de devletin dünya görüşü ve ideoloji bakımından tarafsız olması gereğiyle yakından ilgili bir ilkedir. Bu nedenle, yeni anayasanın özgürlük, çoğulculuk ve toplumsal barışla uyumlu bir lâiklik anlayışına yer vermesi gerekmektedir. Bu da devletin din ve mezhepler ile dinsizlik veya inançsızlık karşısında tarafsız olmasıyla, yani farklı dini ve vicdani kanaatlere sahip kişi ve gruplar arasında ayrım yapmaması ve kişilere herhangi bir inanç veya kanaati dayatmamasıyla sağlanabilir.

Bunun Türkiye için pratik bir sonucu din işlerinin kamu idaresi içinde örgütlenmesinden vaz geçmek ise, bir diğer sonucu da doğrudan doğruya Müslüman dindarları hedef alan yürürlükteki Anayasa’nın 24. maddesinin son fıkrasındakine benzer bir kısıtlamanın yeni anayasada yer almaması olacaktır. Din işlerinin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılması toplumun farklı kesimlerinin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere dini grup ve cemaatlerin kamu güvenliğini tehlikeye atmamak kaydıyla serbestçe örgütlenebilmelerini gerektirir. Esasen, uluslararası insan hakları hukukunda din özgürlüğü sadece bireysel düzeyde değil grup veya cemaat örgütlenmesini de içeren bir hak olarak anlaşılmaktadır.

İkinci olarak, devletin bu şekilde tanımlanması, Türkiye’nin halihazırdaki büyük sorunlarının çoğunun nedenini oluşturan mevcut aşırı birlikçi, türdeşlikçi, merkeziyetçi ve bastırıcı uygulamaların önlenmesini ve dolayısıyla söz konusu sorunların çözümünü kolaylaştıracaktır. Nihayet, bu tanımda “sosyal devlet”in yer almamasının da demokratik bir gerekçesi vardır: Devletin muayyen bir siyasi programla kendisini tanımlaması, farklı bir fikir ve programla toplumun karşısına çıkacak olan partileri kategorik olarak dışlayacağından çoğulcu siyaset anlayışıyla bağdaşmaz. Açıkçası, “sosyal devlet”i anayasallaştırmak suretiyle bütün partileri “sosyal demokrat” olmaya zorlamayı demokrasiyle bağdaştırmak zordur. Buna karşılık, “sosyal devlet”in devletin anayasal bir vasfı olmaması, sosyal demokrat bir partinin iktidara gelmesi halinde onun kendi programını kanunlar aracılığıyla gerçekleştirmesine engel teşkil etmez.

Bu arada, toplumun din, dil ve kültür bakımından çeşitliliğini tanıyan ve dezavantajlı kültürel grup veya topluluklar ile azınlıkların adaletin gerektirdiği durumda ve ölçüde devletçe desteklenmesini öngören bir hükme yeni anayasada yer verilmesi yararlı olacaktır. Bu bağlamda, Lozan Antlaşması’nın Türkiye’nin anayasal düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğu da yeni anayasada hüküm altına alınabilir.

Nihayet, toplumun kültürel çeşitliliğinin ve çoğulcu yapısının tanınmasına paralel olarak, yerel düzeyde ihtiyaca göre ikinci bir resmi dilin yasal olarak tanınmasına dayanak oluşturacak anayasal bir hüküm sevk edilmesi uygun olur.

  1. TEMEL HAKLAR

Yeni anayasanın temel haklarla ilgili düzenlemesinin şu esasları gözetmesinin uygun olduğu düşünülmektedir:

(1) Temel hakların gerek sayımına gerekse sınırlanmasına “özgürlük karinesi”nin yön vermesi gerekir. Temel hakların sayımında özgürlük karinesine uymak, (ABD Anayasası’nda olduğu gibi) kişilerin haklarının anayasada sayılanlardan ibaret olmadığını belirtmeyi gerektirir. Hakların sınırlanmasında özgürlük karinesini gözetmek ise, sınırlamanın ancak başkalarının haklarının, toplumsal düzen ve barışın korunması için gerçekten zorunlu olan son derece istisnaî durumlarda başvurulacak bir tedbir olarak öngörülmesiyle sağlanabilir. Şu veya bu ideolojiyi kayırmayı veya çoğunluğun değer yargılarını hukuk marifetiyle takviye etmeyi amaçlayan temel hak sınırlamaları bu anlayışla bağdaşmaz.

(2) Uluslararası insan hakları sözleşmelerince tanınan başta ifade ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere bütün sivil ve siyasal haklar ile bireysel temeldeki kültürel hakların anayasada sayılıp güvence altına alınması gerekir.

(3) Temel hakların hangi kapsamda tanınacağı konusunda başta “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ve Ek Protokolleri ile yine –henüz Türkiye tarafından imzalanıp onaylanmamış olsalar da- Avrupa Konseyi çerçevesinde kabul edilmiş olan “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı” ve “Ulusal Azınlıkların KorunmasıÇerçeve Sözleşmesi” esas alınmalıdır.

(4) Doğrudan ve karşılıksız kamu desteği gerektiren “sosyal haklar”ın, çocuklar, engelliler ve kimsesizler ile kendi kusuru olmaksızın geçimini veya sağlık bakımını temin edemeyenlerin desteklenmesiyle sınırlı olması gerekir.

(5) Bunun dışındaki sosyal güvenlik sisteminin, gönüllülük esasına dayanmak, ilgililerin imkânları ölçüsünde katkısını sağlamak ve özel kesimin bu konudaki rekabetine açık olmak şartıyla, devlet tarafından kurulması ve/veya koordine edilmesi uygun olur.

(6) Etnik imaları bulunan bir yurttaşlık tanımı yapmaktan kaçınmak gerekir. Kazanılma ve kaybedilme esasları belli edilmiş eşit yurttaşlık hakkını anayasallaştırmak yeterlidir.

(7) Siyasi haklarla ilgili olarak, yeni anayasada, hiçbir işlerliği olmadığı bunca tecrübeyle ortaya çıkmış olan “siyasi parti kapatma” kurumuna yer verilmemesi, bu kurum ille de korunmak isteniyorsa kapatma bir tek duruma inhisar ettirilmelidir. O da, siyasi parti tüzel kişiliğinin şiddete başvurmayı bir siyaset aracı olarak tavsiye ve teşvik etmesi veya bizzat şiddete bulaşması durumudur.

(8) Temel hakların sınırlanma nedenleri her bir hak için o hakkın niteliğine uygun olacak şekilde ayrı ayrı belirtilmelidir. Takdir edileceği gibi, “kamu yararı”, “kamu düzeni”, “milli güvenlik”, “kamu güvenliği”, “genel ahlâk” ve “genel sağlık” gibi genel formüllerin hepsi her hak için uygun sınırlama nedeni olmayabilir.

(9) “Lâik Cumhuriyetin gerekleri” gibi ideolojik ve dolayısıyla ayrımcı olarak yorumlanmaya açık sınırlama nedenlerine yeni anayasada yer verilmemesi gerekir.

(10) Bilim özgürlüğünün anayasanın kimi hükümlerinin değiştirilmesi amacıyla kullanılamayacağına ve yabancı yayınların ülkeye sokulmasının ve dağıtılmasının yasaklanabileceğine ilişkin bir hüküm yeni anayasada yer almamalıdır.

(11) Bu arada, bazı hakların niteliğinin sınırlanmaya elverişli olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Yaşama hakkı, vicdan ve kanaat özgürlüğü hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü, hak arama özgürlüğü, dilekçe ve bilgi edinme hakkı, çalışma özgürlüğü bunlar arasındadır.

(12) “Temel hakların kötüye kullanılması”nın ideolojik referanslardan uzak bir şekilde, evrensel anlayışa uygun olarak tanımlanması gerekir. Bu anlamda “kötüye kullanım” bir temel hakkın başkalarının haklarına ve kamuya zarar verecekşekilde kullanılması demektir.

(13) Yeni anayasada temel hakların “tamamen durdurulması” gibi akıl dışı bir tedbire ve temel hakların “anayasal güvencelerinin kaldırılması”na izin veren herhangi bir ibare veya hüküm yer almamalıdır.

  1. EKONOMİK HAYAT

Yeni anayasa iktisadi faaliyetlerin piyasa ilişkileri çerçevesinde ilgili aktörlerin serbest etkileşimleri yoluyla gerçekleşmesini esas almalıdır. Serbest piyasa ekonomisi sadece iktisadi etkinliğin değil, özgür, çoğulcu ve demokratik bir toplum olmanın da ön şartıdır. Açıktır ki, devletin herkesin “velinimeti” olması anlamına gelecek şekilde, üretim araçlarının mülkiyetinin devletin elinde olduğu ve iktisadi faaliyetlerin tek bir merkezden planlanıp yönetildiği bir sistem özerk bir sivil alanın oluşmasına ve sivil toplumun kendi ayakları üstünde durmasına imkân vermez. Bu şekilde devlete bağımlı hale gelen bir toplumun siyasi iktidardan bağımsız bir şekilde hareket edebilmesine ve iktidarı denetleyebilmesine imkân yoktur. Ayrıca, böyle bir sistem iktidarı elinde bulunduranların keyfi ve kayırmacı şekilde dağıtmak üzere daha fazla kaynağı kontrol etmesi anlamına da gelecektir.

Bu temel yaklaşım yeni anayasanın mülkiyet ve miras hakları ile çalışma ve sözleşme hürriyetini kesin güvence altına almasını gerektirmektedir. Mülkiyet hakkına keyfi olarak el konmasının önüne geçmek için “kamu yararı” gibi genel bir sınırlama nedeni belirtmek yerine, sınırlama durumları tek tek belirtilmelidir. Bunlar da şartları aşağıda belirtilecek olan şu üç durumdur: vergi, kamulaştırma ve devletleştirme.

İktisadi hayatın piyasa ilişkilerine dayandığı bir sistemde devlet ekonomik hayatta girişimci olarak değil, koordine edici ve özel sektörü tamamlayıcı rolüyle yer almak durumundadır. Bu rol devletin mülkiyete keyfi olarak el koymasıyla da bağdaşmaz. Bu nedenle, yeni anayasanın “devletleştirme”ye yer vermemesi veya hiçdeğilse bunu “savaşhali”ne inhisar ettirmesi; “kamulaştırma”ya ise sadece kamu yararının (“gerektirdiği” değil) “zorunlu kıldığı” durumlarda izin vermesi gerekir.

Son olarak, devletin vergileme ve benzeri yollarla elde ettiği kamu gelirlerini keyfi olarak harcamasını veya kamu harcamalarını gelir-gider dengesini bozacak şekilde artırmasını önlemek üzere, yeni anayasaya kamu harcamalarıyla, vergilendirme ve borçlanmayla ilgili bazı mali kurallar konmasına ihtiyaç vardır. Bu cümleden olmak üzere, meselâ, kamu kurum ve kuruluşlarının toplam harcamalarının GSMH’ya oranı azami bir sınır olarak anayasada belirlenebilir; harcamaların ve gelirlerin birbirine denk olması anayasal kural haline getirilebilir; iç ve dış borç toplamınınGSMH’ya oranı anayasayla sınırlanabilir.

  1. YURTTAŞLIK ÖDEVLERİ

Vergi, devletin kişilerin mülklerinin ve gelirlerinin bir kısmına el koymasışeklinde gerçekleşen en genel “yurttaşlık ödevi”dir. Ancak bu ödevin yüklediği yükümlülüklerin yurttaşlar arasında adil bir şekilde dağıtılması gerekir. Vergi adaleti, yürürlükteki anayasanın öngördüğü gibi kişilerin “mali gücü”ne göre değil, kamu hizmetlerinden yararlanma derecesine göre vergi ödemeleri durumunda gerçekleşir. Ne var ki, çoğu kamu hizmetinden tek tek kişilerin ne kadar yararlandığını tespit etmek mümkün olmadığından, bu konuda adalete en yakın durum herkesin sabit bir oran üzerinden vergi vermesiyle sağlanabilir. “Artan oranlı vergi” üretken çalışmayı cezalandırması yanında, aynı zamanda aletsizdir.

Öte yandan, vergi “istisna” ve “muafiyetleri”nin de gerçekten istisnai hale getirilmesi ve yasama çoğunluklarının belirli kişi, grup veya kesimleri keyfi olarak kayırmasına imkân vermeyecek şekilde esaslara bağlanması gerekir. Meselâ, hayatlarını idame ettirmek için kamu desteğine ihtiyacı olanların kayırılması veya desteklenmesi bu konuda düşünülebilecek esaslardan biri olabilir. Bu arada, muafiyet ve istisnalar ile vergi oranlarını ayarlama gibi konularda bakanlar kuruluna yetki tanınmamalıdır. Ayrıca, vergi mevzuatının kişilerin hayat beklentilerini ve planlarını altüst edecek ve iktisadi istikrarı bozacak şekilde sık sık değiştirilmesini önleyecek anayasal bir kurala ihtiyaç vardır.

Askerlik ödevi”ne gelince, yeni anayasada zorunlu askerliğe yer verilmemesi gerekir. İstekli olmayanların zorla askere alınması angaryadır. “Yurt savunması”na katılma herkes için bir yurttaşlık ödevi olarak nitelenebilirse de, yurttaşlar bakımından bu ancak ülkenin gerçekten bir saldırıya uğraması veya bu yönde ciddi ve yakın bir tehdidin ortaya çıkması durumunda fiilen üstlenilmesi gereken bir ödev halini alır. Askerliğin bu şeklide gönüllülük esasına dayandırılması “vicdani retçiler”le ilgili halihazırdaki hukuki ve fiili sorunların çoğunu da ortadan kaldıracaktır. Fiili bir savaş durumunda ise vicdani retçilere “geri hizmetler”de veya destek hizmetlerinde görev verilebilir.

  1. DEVLET SİSTEMİ

Devlet sisteminin demokrasiyi ve sivil iradeyi üstün tutacak şekilde, parlamenter hükümet modeline uygun olarakve adem-i merkeziyet ilkesi doğrultusunda yeniden yapılandırılması gerekir. Bu çerçevede, devletin üç temel işlev ve organıyla ilgili olarak aşağıdaki noktalara dikkat çekmek isteriz:

Yasama: (1) Yasama organının oluşumu için belli bir seçim sisteminin anayasayla öngörülmesine gerek yoktur. (2) Ara seçimin kaldırılarak, “yedek milletvekilliği” veya benzer bir ikame sistemi getirilmesi uygun olur. (3) Milletvekillerinin statüsüyle ilgili olarak, and metninin ideolojiden arındırılması ve sadeleştirilmesi gerekir. (4)Bu arada, yasama bağışıklıklarının kısmen revize edilmesine ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, bugünkü haliyle kapsamı geniş olan ve bildik sorunlara yol açan “yasama dokunulmazlığı”nın yasama dönemi içinde “tutuklanmadan bağışıklık”a inhisar ettirilmesi ve bu konuda herhangi bir istisnaya yer verilmemesi uygun olacaktır. “Yasama sorumsuzluğu”nun ise aynen korunması demokratik bir zorunluluktur. (5) İstifa halinde milletvekilliğinin düşmesini TBMM’nin “karara bağlaması” değil “tespit etmesi” yeterli olmalıdır. (6) Parti grubu kurabilmek için 10 üyeye sahip olmak yeterli olmalıdır. (8) “Yapıcı güven oyu” mekanizması anayasallaştırılmalıdır.

Yürütme ve İdare: (1) Cumhurbaşkanının genel oyla halk tarafından seçilmesi yöntemi korunmalı, ancak yetkileri azaltılmalıdır. (2) Cumhurbaşkanının and metni sadeleştirilmelidir. (3) Bakanlar Kurulu için göreve başlarken güven oyu mekanizmasına yeni anayasada yer verilmemesi uygun olacaktır. (4) Seçimlerde geçici bakanlar kurulu uygulamasını sürdürmeye artık gerek yoktur. (5)Yürütmenin kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin gerçekten ihtiyaç olması halinde başvurulacak istisnai bir yetki haline getirilmesi, olağanüstü dönemlere özgü kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine ise yeni anayasada yer verilmemesi gerekir. (6) Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kuruluş olmaktan çıkarılmalı, genelkurmay başkanlığına anayasada yer verilmemelidir. (7) Savaş hali dışında sıkıyönetim kurumu kaldırılmalıdır. (8) Yerel yönetimlerin Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun olacak şekilde idari ve mali yetkilerle donatılmaları gerekir. Bu da en başta yerel yönetimler üstündeki “idari vesayet” yetkisinin kaldırılmasını şart koşar. (9) İdarenin yargısal denetimine getirilen istisnalar kaldırılmalı, buna karşılık yargısal denetim hukukiliğin sınırları içinde kalacak şekilde tanımlanmalıdır.

Yargı: (1) Disiplin mahkemeleri dışında askeri yargı tümüyle kaldırılmalı, bu arada Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ilga edilmelidir. (2) İnsan haklarıyla bağdaşmayan “özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” veya benzeri istisnai mahkemelerin kurulması anayasayla yasaklanmalıdır. Esasen, “devlet güvenlik mahkemeleri”nin anayasadan çıkarılmış olması karşısında, özel yetkili mahkemelerin halihazırdaki varlığı anayasaya karşı yasal bir hile olarak yorumlanabilir. (3) Hakimler ile savcıların aynı statüye tabi olmaktan çıkarılması gerekir. Buna paralel olarak kurulacak Yüksek Hakimler Kurulu demokratiklik, şeffaflık, hakim teminatı ve tarafsızlık esaslarına göre yeniden düzenlenmeli, Adalet Bakanlığı’nın hakimler üzerindeki idari yetkilerine son verilmelidir.

  1. ANAYASA MAHKEMESİ

Adlarındaki “mahkeme” kelimesine rağmen, anayasa mahkemeleri aslında hiçbir yerde tam anlamıyla yargısal işlev yerine getiren kurumlar değildir. Bunlar yasama organının keyfiliğine karşı kişiler lehine güvence oluşturan yarı-yargısal organlar olmaları bakımından, anayasal sistem içinde önemli ölçüde politik işlev görürler.

Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi’nin yeni anayasadaki statüsüyle ilgili olarak şu hususların dikkate alınması tavsiye olunur: (1)Anayasa Mahkemesi’nin demokratik meşruluğu gözeten bir yapıya kavuşturulmasına ihtiyaç vardır. Bu da üyelerinin çoğunun, mesleki yeterlilik kriterleri gözetilmek kaydıyla, yasama organı tarafından seçilmesi anayasallaştırılmalıdır. (2) Anayasa Mahkemesi’nin görevini üyelerinin politik kanaatlerine göre değil, fakat anayasa ve hukukun evrensel ilkeleri ile evrensel insan hakları standartlarına uygun olarak yerine getirmesini sağlayacak bir anayasal normun sevk edilmesi gerekir. (3) Anayasa Mahkemesi’nin politize olmasını ve siyasi partilerin rutin bir muhalefet aracı haline gelmesini önlemek üzere, “dava yolu”nun kaldırılması, buna karşılık “itiraz yolu” ile bireysel başvuru mekanizmasının güçlendirilmesi düşünülebilir.(4) Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesi yerine Yargıtay’a verilmesi daha isabetli bir anayasal tercih olacaktır. Bu arada, 2010 anayasa değişikliğiyle yapıldığı gibi Yüce Divan yargılamasını asker kişilere teşmil etmekten vazgeçmek gerekir.

  1. EĞİTİM-ÖĞRETİM

(1) İlk ve orta öğretim devlet tekelinden çıkarılmalı; özel okulların sırf ticari işletmeler olarak değil, müfredat bakımından da alternatifi eğitim-öğretim kurumları haline gelmesinin önü açılmalıdır. (2) Kamu okullarının yönetimine ailelerin katılması anayasal güvenceye bağlanmalıdır. (3) Kamu okulları müfredatının öğrencileri devlet ideolojisi doğrultusunda şartlandırmasının önü kapatılmalı; böylece eğitim-öğretim sisteminin sahici anlamda “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kişiler yetiştirmesine imkân tanınmalıdır.  (4) Kamu okullarında “din eğitimi yapılmamalı, din öğretimi ise isteğe bağlı olmalı; buna karşılık özel din eğitimi veren kurs, okul ve kolejlerin serbestçe kurulup işletilmesi anayasal güvenceye bağlanmalıdır. (5) Yüksek öğretim“eğitim” olarak tasarlayan hüküm ve ibarelere anayasada yer verilmemelidir. Bu da en başta yükseköğretimin ideolojik olarak tanımlanmasından vazgeçilmesiyle sağlanabilir. (6) Yüksek teknik öğretim ile üniversiteler birbirinden ayrılmalıdır. (7) Üniversite özerkliğiyle bağdaşmayan halihazırdaki merkeziyetçi-hiyerarşik YÖK sistemine son verilmelidir. (8) Vakıf üniversiteleri üzerindeki (başta YÖK aracılığıyla işleyen) katı devlet kontrolü kaldırılmalı, üniversite modeli bakımından gerçek bir çeşitliliğin yeşermesine imkân tanınmalıdır.

  1. MUHTELİF KONULAR

(1) Yeni anayasada kısa ve özlü bir Başlangıç kısmının yer alması uygun olur. Bu kısımda şu ilke ve değerlerin vurgulanması tavsiye olunur:insan onuru; evrensel insan hakları; adalet ve eşitlik; hukukun üstünlüğü;hukukun evrensel ilkeleri; devletin ideolojik tarafsızlığı; çoğulcu, açık ve demokratik toplum; kültürel çeşitliliğe ve farklılıklara saygı, kişinin kendisini geliştirme hakkı; uluslararası barış.

(2) Yeni anayasada “değiştirilemez hükümler”in yer almasına gerek yoktur.

(3) Yeni anayasada egemenlikle ilgili bir hükme yer verilecekse, bunun “halk egemenliği” anlayışını yansıtması ve tanımında da “kayıtsız-şartsız” şeklinde bir ibareyi içermemesi uygun olur. Ayrıca, egemenliğin tanımında uluslararası ve uluslarüstü kurumlara üyelikten doğan yükümlülüklerle bağdaşır bir formül benimsenmelidir.

(4) Kamu hizmetine girişte, başvurulan görevin gerektirdiği objektif kriterlerin dışında, yurttaşlar arasında ayrımcılık anlamına gelebilecek herhangi bir şartın aranamayacağı ve kamu hizmetlerinden herkesin ayrımsız olarak yararlanabileceği açık bir anayasal hüküm haline getirilmelidir.

(5) Esnaf ve sanatkârın, tarım ve hayvancılıkta çalışanların, orman köylüsünün, gençliğin, sanatın ve sanatçının korunmasıile, sporun, kooperatifçiliğin geliştirilmesi gibi hükümlere yeni anayasada yer verilmemelidir. Bu gibi konularda gerçek ve acil bir ihtiyacın ortaya çıkması halinde pekalâ yasal düzenleme yapılabilir.

(6) Anayasanın değiştirilmesi daha sade bir yönteme bağlanmalıdır.

(7) Yeni anayasada “inkılâp kanunlarının korunması” gibi bir hüküm yer almamalıdır.

(8) “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” ile “Radyo ve Televizyon Üst Kurulu” anayasal kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır.

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir