Sayın Cumhurbaşkanı geçen haftaki Kuzey Kıbrıs ziyareti esnasında Afganistan’a asker gönderilmesi meselesiyle bağlantılı olarak şöyle bir söz de sarf etmiş: ‘’Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.”
Bu söz gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî kimliği hakkında yanıltıcı bir izlenim vermesi, gerekse yanlış bir diplomasi anlayışını ve diplomatik beceri zaafını yansıtması bakımlarından ümit kırıcıdır. Nitekim Türkiye toplumunda yaygın bir tepkiyle karşılandı.
En başta sayın Erdoğan’la şunda anlaşmamız gerek: Kendilerinin resmen temsil ettikleri ve adına konuştukları ‘’Türkiye’’, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti ise ‘’laik’’ bir devlet olup herhangi bir dinî inancı yoktur. Esasen bir devletin dinî inancı diye bir şey olamaz; dinî inanç sahibi olmak bir psikolojisi, iç dünyası olan kişilere mahsustur.
Evet, denebilir ki, Cumhurbaşkanı anayasal olarak sadece ‘’devleti’’ değil ‘’milleti’’ de temsil etmektedir ve Taliban gibi bu ‘’milletin çoğunluğu’’ da Müslümandır. Ne var ki, Cumhurbaşkanı bu sıfatla konuştuğunda da hem anayasal olarak hem de sosyolojik olarak ‘’milletin dini’’nin şu veya bu olduğu hakkında yargıda bulunamaz. İlk olarak, Anayasa Cumhurbaşkanının milletin ‘’birliğini’’ temsil ettiğini söylemektedir ki bu da onun yurttaşları –başka bakımlardan olduğu gibi- dinî inanç bakımından da ayrıştırıcı bir dil kullanmaktan kaçınmasını gerektirmektedir. Aksi halde milletin birliğini temsil etmek şöyle dursun, kendisi ‘’bölücü’’ bir unsur haline gelir.
Öte yandan, milletin ‘’çoğunluğunun Müslüman’’ olduğu gerçek olsa bile, Cumhurbaşkanı sadece çoğunluğu temsil etmez. Dinî inanç bakımından sadece çoğunlukta olanları temsil eden bir cumhurbaşkanı azınlıkta kalanları dışlamış, onlara karşı ayrımcılık yapmış olur. Dolayısıyla ‘’milletin birliğini’’ temsil etmemiş olur. Oysa çoğunlukla azınlık yurttaş statüsü bakımından eşittir.
Kaldı ki, ‘’Müslüman’’ oldukları söylenen çoğunluğun bütün unsurları inanç bakımından homojen değildir, yani ‘’Müslümanlık’’tan hepsi aynı şeyi anlamaz. Cumhurbaşkanının ‘’Müslümanlık’’ deyince esas olarak Sünnîliği anladığını biliyoruz; ne var ki Sünnî olmayan ama kendisini İslam dairesi içinde görenler olduğu gibi, Meselâ Alevî olup da kimliğini dinî olarak tanımlamayan gruplar da vardır. Kaldı ki, Sünniler içinde de kendisini dinî inançla tanımlamayan çok sayıda kimse vardır. Kısaca, ‘’Müslüman çoğunluk’’ denen nüfusun önemli bir kısmı için Müslümanlık veya İslam bir inanç meselesi olmaktan çok bir kültür meselesidir.
Bence sayın Cumhurbaşkanı ‘’Talibanın inancı’’na da kefil olmasa iyi olur. Yine de sayın Erdoğan’ın kişisel olarak ‘’Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı’’ olmayabilir. Şu var ki, Türkiye’deki kültürel Müslümanların tamamına yakınının Taliban inancına şiddetle karşı olduğu bilinmedik bir şey değil; haklı olarak onu İslam kılığına bürünmüş medeniyet karşıtı bir barbarlık olarak görür.
Esasen, Taliban’ın inancı öyle olmasaydı da Cumhurbaşkanı açısından durum değişmezdi: Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı sıfatıyla konuştuğunda dinle ilgili bir yargıda bulunamayacağı gibi, toplumun tümünü, çoğunluğunu veya bir kısmını dinî bakımdan temsil iddiası da güdemez. Bu hem anayasal-hukukî bakımdan, hem de ahlâkî bakımından böyledir.
Meselenin diplomatik yönüne gelince: Önce prensip olarak, günümüzde devletler arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için tarafların ortak bir dinî referansa sahip olmalarının yeterli olduğunu varsayan bir diplomasi anlayışı kaldı mı?… Eğer bu anlayış doğru olsaydı, Türkiye’nin başta Arap ülkeleriyle arasında hiçbir ihtilâfın olmaması gerekmez miydi? Dahası, tam da bu anlayışa dayanan Orta-Doğu’da hegemonik güç haline gelme, hatta yayılma arayışının fiyaskoyla sonuçlanmasından AKP iktidarının ders almamış olması ne hazin!
Öte yandan, Taliban Türkiye karşıtı açık bir deklarasyon yapmışken ve Türkiye’yi dinen de ‘’sapkın’’ olarak gördüğü biliniyorken, ona karşı halâ ‘’bizimle kavga etmenize gerek yok, biz sizinle aynı inançtanız’’ demeye devam etmenin işe yarayacağını zannetmek nasıl bir basiretsizliktir, nasıl bir diplomasi anlayışıdır?…
Son yıllarda Türkiye hariciyesinin bilgisel ve tecrübî donanım bakımından gerilemiş olduğunu biliyorduk ama işin Cumhurbaşkanına dış politika meselelerinde doğru dürüst danışmanlık hizmeti veremeyecek bir noktaya geldiğine doğrusu hiç ihtimal vermemiştik. İktidarın gerek Afganistan’a muharip güç gönderme meselesindeki ısrarını, gerekse Kıbrıs’ta müzakereye dayalı çözüm ümidini baltalayan son manevralarını –özellikle de bunu- görünce, başka türlü düşünmek gerçekten zor. (Diyalog, 25 Temmuz 2021)