Geçen hafta ‘’Altılı Masa’’ parlamenter sisteme geçiş için beklenen anayasa değişikliği önerilerini açıkladı. Seçimler yaklaştıkça muhalefet bloğunun iktidara gelmeleri halinde neler yapmayı tasarladıkları hakkında gitgide daha fazla ayrıntı vermeye başlaması iyi bir gelişme. Ancak, daha önce çeşitli vesilelerle yazdığım gibi, Altılı Masa’nın şimdiye kadarki ilgisi hükûmet sistemi değişikliğiyle -yürürlükteki ‘’başkancı’’ otoriter sistemden ‘’güçlendirilmiş’’ parlamenter sisteme geçilmesiyle- sınırlı görünüyor; oysa Türkiye’nin ekonomide, millî güvenlik ve dış politikada göğüslemesi gereken çok ciddî başka sorunları da var.
Bu arada, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ekonomiyle ilgili olarak bugün (3 Aralık) yaptığı açıklama muhalefetin bu konuda da inisiyatif almaya başladığını göstermesi bakımından memnuniyet verici görünse de, sanırım bundan bir ümit ışığı çıkarmak için acele etmemek gerek. Çünkü, CHP’nin açıkladığı bu ‘’siyaset üstü beyin takımı’’ ile Altılı Blok içinde şimdiye kadar ekonomi meselesini ciddiye alan tek lider olduğu izlenimi veren Ali Babacan ve ekibinin ortak bir ekonomi programında anlaşıp anlaşamayacakları ve ne ölçüde uyumlu çalışabilecekleri şimdilik meçhuldür. Aslına bakılırsa, bu ekibin ‘’siyaset üstü beyin takımı’’ olarak adlandırılması da hem Altılı Masa’nın diğer kurucu ortakları için, hem de genel olarak yurttaşlar için hoş izlenimler yaratan bir durum olmasa gerektir.
Muhalefetin ülkenin diğer belli başlı iç ve dış meseleleri hakkındaki görüşleri ve çözüm önerileri konusu şimdiye kadar hep ikinci planda kaldı. Söz gelişi, Türkiye’nin şu anki en acil sorunu olan ekonominin toparlanması meselesine Altılı Masa’nın yaklaşımı halâ belirsizliğini koruyor. Nitekim, AKP’nin iktidarının son yıllarında tam bir batağa sürüklediği ekonomiyi -başta enflasyonu geriletmek ve TL’nin değer kaybını durdurmak olmak üzere- düzeltmek ve yeniden zenginlik ve refah üretimine geçebilmek için muhalefetin ne yapmayı, nasıl bir program izlemeyi düşündüğü hakkında toplum olarak halâ açık-seçik bilgilerden yoksunuz.
Altılı Masa’nın Anayasa değişikliği önerilerine dönersek, daha önceki yazılarımda önerdiğim kadar geniş kapsamlı ve radikal nitelikte olmasalar da, bunların hükûmet sistemi değişikliğini bir ölçüde aştığını görmek sevindirici. Bu konuda önerilen değişiklikler esas olarak Türkiye’nin 2017-2018 öncesi parlamenter sistem modeline dönmeyi amaçlıyor. Buna uygun olarak, cumhurbaşkanı tarafsız ve sembolik yetkili bir makam haline getirilirken, asıl yürütme yetkisi kollektif bir karar organı olarak Başbakanın başkanlığındaki Bakanlar Kuruluna veriliyor.
Cumhurbaşkanının hukukî konumuyla ilgili olan önemli bir yenilik te, şahsî suçlarından dolayı ‘’yasama dokunulmazlığı’’na sahip kılınmasıdır. Ayrıca, Cumhurbaşkanının kanunları geri gönderme yetkisi zayıflatılıyor.
Bu arada, yürütme istikrarını pekiştirmek üzere, Mecliste yeni bir hükûmeti destekleyecek çoğunluk olmadığı sürece görevdeki hükûmetin düşürülmesini engelleyen ‘’kurucu güvensizlik’’ mekanizmasının anayasallaştırılması da öneriliyor. Alman Anayasasından esinlenen (ve benim de bu konuda geçen yıl hazırladığım hükümet sistemiyle ilgili Raporda önerdiğim) bu sisteme göre: ‘’Gensoru görüşmeleri sırasında Başbakan veya Bakanlar Kurulunun tamamı aleyhine verilecek güvensizlik önergeleri, yeni Başbakanın ismini içermedikçe ve üye tamsayısının salt çoğunluğu tarafından imzalanmadıkça işleme konulamaz. / Güvensizlik önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin üye tamsayısının salt çoğunluğuyla kabul edilmesiyle yeni Başbakan seçilir.’’ (m. 99) Başbakanın Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilmesine en fazla milletvekiline sahip olan partiden başlanır.
Yine iyi bir gelişme olarak, Bakanlar Kurulu’nun kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarma yetkisi de bir ölçüde kısıtlanıyor. Nitekim KHK çıkarılmasına yetki veren kanunda ‘“kararnameyle değiştirilecek veya kaldırılacak kanun hükümleri”nin belirtilmesi gerekiyor, KHK’yla bakanlık ve kamu tüzel kişiliği kurulması ve sosyal ve ekonomik hakların KHK’yla değiştirilmesi yasaklanıyor, TBMM’nin 60 gün içinde onaylamadığı KHK’ların yürürlükten kalkması öngörülüyor. En önemlisi de, olağanüstü hallerde Bakanlar Kurulu’na KHK çıkarma yetkisinin bu öneri paketinde verilmemesi.
Önerilen hükûmet sisteminin dikkate değer bir özelliği de, yasama organının birkaç şekilde güçlendirilmesi. Birincisi, kabul ettiği bir kanunun Cumhurbaşkanının geri göndermesi üzerine Meclis’in kanunda ısrar etmesi için gereken halihazırdaki salt çoğunluk şartı kalkıyor. Bu, TBMM’nin yasama yetkisine ortak kabul etmeyeceğinin sembolik bir anlatımıdır. İkincisi, bir yandan dokunulmazlığın kaldırılması için üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyunun şart koşulması, öbür yandan Anayasanın 14. maddesine yapılan atfın kaldırılması yoluyla, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı güçlendiriliyor.
Ayrıca, hüküm giyen milletvekilinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmış olması milletvekilliğinin düşme sürecini durduruyor. Nihayet, ‘’milletlerarası antlaşmalardan geri çekilmek’’ Meclisin bunu uygun bulmasına bağlanıyor. Yani, yürütme organı kendi takdirine -veya şimdi olduğu gibi, kendi keyfine- göre bir uluslararası antlaşmayı ‘’fesh’’ edemeyecek.
Siyasî partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasına ilişkin öneriler de yasama organını ve daha genel olarak demokrasiyi güçlendirmekle ilişkilendirilebilir. Nitekim, bu Anayasa değişikliği paketinde yer alan öneriler arasında, siyasî partilerin kapatılmasında TBMM’den ön izin alınması, kapatma davası açılmasından önce ilgili partiye ihtarda bulunulması ve Anayasa Mahkemesi’nin partinin anayasa dışı fiillerin ‘’odağı’ haline geldiğini tespit edebilmesi için partinin eylemlerinin ‘’demokratik düzene ciddi tehdit oluşturma’’sı şartının aranması da yer almaktadır. (m. 69)
Konuya devam edeceğim. (Diyalog, 4 Aralık 2022)