HDP milletvekili Sezai Temelli’nin geçen Pazar günü yaptığı açıklamanın başlattığı tartışma bir süredir belli-belirsiz bir şekilde dile getirilen Kürt sorununun çözümü konusunu siyasî gündemin üst sıralarına taşıdı. Temelli’ye göre: ’’Kürt sorununun çözümünün yegâne muhatabı HDP değil ama bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDP’dir. Ama asla unutulmaması gereken şey, demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır.”
Tartışmaya katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İmralı ve Kandil’in muhatap olmadığını, sorunun çözüm adresinin Meclis olduğunu, bu arada Meclisin meşru bir unsuru olan HDP’nin de çözüme katkı yapabileceğini belirtti. MHP başbuğunun Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığı ve HDP ile onu muhatap alan Kılıçdaroğlu’nun ihanet içinde oldukları yolundaki sözlerine cevaben de, bir sorun varsa onu çözecek olanın TBMM olduğunu ve TBMM’den daha büyük bir güç olmadığını söyledi.
Bütün bunlardan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP başbuğunun kükremesinin işe yaradığını gösteren bir açıklama yaptı. Mealen, bu tartışmaların kendilerini ilgilendirmediğini, tek çözüm mercii olan Cumhur ittifakının bu sorunu ‘’birlik, beraberlik ve kardeşlik’’ anlayışıyla çözeceğini belirtti ve ekledi: ‘’‘Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok.’’
Aslına bakılırsa, Kürt sorununun çözümü meselesinin bu sıralar siyasî gündemin odağına yerleşmesi AKP’nin erken seçim hesaplarıyla yakından ilgilidir. Seçime doğru giderken AKP Reisinin azalan toplumsal desteğini, yeniden kazanacağı Kürt oylarıyla telâfi etme arayışı içinde olduğu bir süredir fark ediliyordu. Bunu bilen HDP cenahının Erdoğan’ın bu konudaki niyetini yokladığı izlenimi veren bazı çıkışlar yaptığı da hatırlanacaktır.
Fakat AKP liderinin bu ihtiyacı ile partisinin MHP ile ittifak içinde olduğu gerçeği arasında uzlaşmaz bir çelişki var. Meclis müzakereleri yanında, hem Öcalan’la hem de Kandil’le bir şekilde temasa geçmeden bu sorunun sahici ve kalıcı bir çözüme kavuşturulamayacağı açıktır. MHP’yle ortak kalarak bunu yapmanın mümkün olmadığı da o kadar açıktır. Kaldı ki, bırakınız HDP’nin de önemli bir aktörü olacağı parlamento sürecini ve ‘’terörist örgüt’’ ile ‘’elebaşı’’nın muhatap alınmasını, MHP’ye Türkiye’nin bir ‘’Kürt sorunu’’ olduğunu bile kabul ettirmeye imkân olmadığını Bahçeli’nin sert açıklaması göstermiştir.
Bu durumda, öyle sanıyorum ki, Erdoğan Bahçeli ile ittifakını bozmadan bu çıkmazdan kurtulmanın bir yolunu arayacaktır. Ancak, Erdoğan’ın hem Kürt sorununda sahici bir ‘’barışçı çözüm’’ için adım atması, hem de MHP ile ortaklığını sürdürmesi mümkün görünmüyor. Onun için, önümüzdeki haftalar veya aylar içinde Erdoğan’ın kesin bir karar vermesi gerekecek: Ya MHP ile yollarını ayırma pahasına Kürt sorununun barışçı çözümü yönünde bir adım atacak, ya da Cumhur İttifakı içinde kalarak kaybettiği oyları başka bir yerden veya başka bir şekilde telâfi etmenin bir yolunu bulmaya çalışacak.
Kürt sorununun çözümüyle ilgili önemli bir mesele daha var: Kürt sorununun çözümünden taraflar ne anlıyorlar? Devlet sahici bir çözüme izin verir mi veya siyaset kurumu Devletin bu konudaki ‘’kırmızı çizgileri’’ni zorlayabilir mi? Öte yandan, AKP ve Reisi gerçek bir çözüm arayışında mıdır? Ayrıca, çözüm konusunda istekli görünen Kılıçdaroğlu Devletin ‘’kırmızı çizgileri’’ni çiğneme iradesi gösterebilir mi, dahası bunu istiyor mu?
Daha somut konuşmak gerekirse, devletin çözümden anladığı PKK’nın silâhlı mücadeleden vazgeçmesinin sağlanması yanında, belki Kürtçe ifadenin üzerindeki yasakların kaldırılması ve devlet okullarında isteğe bağlı Kürtçe dersleri açılması gibi ufak-tefek jestlerdir. Oysa, silâhlı mücadelenin bırakılması çözüm için sadece bir başlangıçtır. Esasen, siyasî-idarî yapının yeniden düzenlenmesini ve temel haklar rejiminin iyileştirilmesini öngören bir reform vaadi olmadan PKK’nın silâhlı mücadeleyi bırakacağını beklemek gerçekçi değildir.
Sahici çözüm ise en başta Türkiye Cumhuriyeti’nde sadece Türkler değil Kürtlerin de var olduğunun resmen kabulünü ve buna bağlı olarak Kürtçenin ikinci resmî dil olarak tanınmasını gerektiriyor. Oysa Türkiye’deki ‘’devlet iradesi’’ Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ‘’Türk Devleti’’ olarak kalmasında ısrarlıdır. İkinci olarak, sahici çözüm Türkiye Cumhuriyeti’nin adem-i merkeziyetçi doğrultuda yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Bunun pratik sonucu, hâlihazırdaki merkezî idare birimlerini (il ve ilçeleri) de kapsayacak şekilde ve merkezî idarenin vesayet yetkisine tâbi olmayan, kısmî yasama ve gelir toplama yetkilerini haiz özerk yerel yönetimler demektir.
Onun için, erkenden sevinmesek iyi olur.(Diyalog, 26 Eylül 2021)