Günlük dilde ‘’parlamento’’ ile ‘’Meclis’’ (veya yasama organı) terimleri genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır. Oysa gerçekte parlamento başka, Meclis başkadır ve her meclis parlamento değildir.
Malum, temsilî-demokratik rejimler için yönetilenlerin/yurttaşların görüş ve kanaatlerini temsil edecek ve onların çıkarlarını, talep ve beklentilerini yansıtacak temsilî meclislerin varlığı zorunludur. Bu meclisler hem toplumun ortak meselelerinin özgürce tartışıldığı platformlar olarak işlev görmeleri, hem de bireylerin haklarını ve meşru çıkarlarını gözetecek şekilde adil yasalar yapmaları beklenir. Bu iki işlevi yerine getirmek üzere serbest seçimle oluşturulan temsilî meclislere parlamento denmektedir.
Parlamento kelimesi zaten ‘’konuşmak’’ anlamına gelen ‘’parler’’ kökünden türemiş olup, ‘’konuşulan, tartışılan, müzakere edilen yer’’ anlamına gelmektedir. Parlamentolar kamusal siyaset meseleleri hakkında halk adına karar verme yetkisine sahip olan demokratik kurumlar ve halkın meselelerinin özgürce tartışılıp karara bağlandığı ulusal platformlardır. Böylece, temsilî bir meclisi parlamento yapan, hem özgür ve adil seçimlerle oluşması, hem halkın temsilcilerinin kamusal meseleleri her türlü sınırlama ve baskıdan azade bir şekilde tartışılabilmeleri, hem de halk adına son sözü söyleme yetkisine sahip olmasıdır.
Tam da bu nedenle her ulusal meclis parlamento değildir. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de dünyanın her yerinde devlet yönetiminde kullanılan veya kendisinden yararlanılan meclisler vardır. Fakat bu meclislerin önemli bir kısmı ya oluşturulma yöntemi ya işlevi ve çalışma şekli ya da kararlarının bağlayıcı olmaması bakımından parlamento niteliğinde değildir. Nitekim birçok ülkede ya atama yoluyla ya da serbest ve adil olmayan seçimlerle oluşturulmuş, kamu politikalarını serbestçe tartışamayan ve kesin ve bağlayıcı değil de ancak tavsiye veya danışma niteliğinde kararlar alabilen meclisler vardır. Türkiye’de 12 Eylül yönetiminin ‘’Danışma Meclisi’’ bunun tipik bir örneği idi. Bu meclislerin bir kısmına yasama sürecinde şu veya bu ölçüde rol verilmiş olsa bile, gerçekte kanun-koyucu olan onlar değildir. Bu arada popülist-otoriter bir başkanın vesayeti altında çalışan meclisler ne sahici anlamda yasama organı ne de parlamento sayılabilirler.
Kısaca, her rejimde şu veya bu şekilde oluşturulmuş, güdümlü veya vesayet altında çalışan veya yasama organı kimliği görünüşten ibaret olan yahut sırf danışma işlevi gören bir ulusal meclis vardır ki bunlara parlamento denemez. Parlamentolar sadece sahici demokratik rejimlerde vardır. Parlamento olarak nitelendirilemeyecek olan bir meclisin karakteristik özelliklerinden biri de muhalefetin ya onun meşru bir unsuru olarak görülmemesi ya da yöneten çoğunluk tarafından işlevsel olarak yok sayılmasıdır.
Bu esaslar açısından Türkiye’nin halihazırdaki durumuna baktığımızda, bir parçası olduğu rejimin demokratikliği gibi, Millet Meclisi’nin de sahici bir parlamento olma niteliği bir hayli zayıftır. Evet Türkiye’de seçimlerle oluşturulan ve yasama işlevi gören bir Meclis vardır, ama yasama organı için yapılan seçimler -bilinen nedenlerle- demokratik standartları tam olarak karşılamamakta, ayrıca Meclis kendi gündemini de tamamen kendi bağımsız iradesiyle belirleyememektedir. Gerek gündem meselesinde gerekse hangi önerilerin yasalaşacağı konusunda Meclis önemli ölçüde cumhurbaşkanının etkisi altındadır. Meclis’teki çoğunlukla veya resmî görüşle mutabık olmayan halk temsilcileri tam bir tartışma özgürlüğüne sahip değildirler; muhalif temsilcilerin yasama dokunulmazlığı keyfî olarak kaldırılabilmektedir; başta yasalar olmak üzere kamusal meselelerle ilgili kararlar iktidar çoğunluğu tarafından muhalefetin etkili bir şekilde katılmasına izin verilmeden alınmakta, adeta oldu-bittiye getirilmektedir.
Ayrıca, demokratik parlamentoların temel bir işlevi de temsil ettikleri varsayılan halk adına hükümeti/yürütmeyi denetlemektir, oysa mevcut şartlarda TBMM bu işlevini yerine getirmez, getirememektedir. Çünkü Meclis bunun için gerekli olan araçlardan Anayasal olarak yoksundur, ayrıca denetlemesi gereken organın başında bulunan kişi de zaten Meclis çoğunluğunun lideridir. Cumhurbaşkanıyla çoğunluk grubu arasındaki bu ilişki iktidar partisinin/bloğunun politikasının Meclis’in yasama politikası haline gelmesini sağlamaktadır.
Otoriter rejimlerden farklı olarak, demokratik bir siyasal sistemin meşru bir unsuru olan muhalefet Türkiye’de iktidar bloğu tarafından neredeyse düşman muamelesi görmektedir. ‘’Milletin Meclisi’’ gitgide muhalefetin meşruluğunun tanınmadığı, suskun ve uysal bir iktidar aracına dönüşmektedir. Vesayet altındaki suskun bir meclis elbette demokratik rejimdeki anlamında “parlamento” olamaz. Çünkü böyle bir meclis ne doğru anlamda “kanun”lar yapabilir, ne de kamuoyunun eğilimini yansıtan kararlar alabilir. Böyle bir meclis tabiatıyla ‘’millet adına’’ devlet aygıtının işleyişini de denetleyemez.
Kısaca, bugün Türkiye’nin adına Millet Meclisi denen ve üyeleri iyi kötü seçimle gelen bir yasama meclisi var ama bu Meclisin herhangi bir demokratik rejimin vazgeçilmez bir unsuru olan ‘’parlamento’’ ile aynı şey olduğu kuşkuludur. (Diyalog, 6 Ekim 2024)