Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak, son yıllarda kamusal pozisyonları işgal edenlerin sözleri ve eylemleriyle makamlarının kamusal niteliğiyle uyuşmayan duruşlar sergilemelerini kanıksamış durumdayız. Böyle davrananların başında da maalesef görevdeki Cumhurbaşkanı gelmektedir. Belirtmeliyim ki, bu durum hukukun üstünlüğüyle ve-demokrasiyle olduğu kadar, daha temelde Türkiye’nin bir cumhuriyet olmak iddiasıyla da bağdaşmamaktadır.
Halihazırdaki Cumhurbaşkanının son yıllarda gitgide artan şekilde kamusal kimliğiyle bağdaşmayan bir profil çizdiğinin birçok göstergesi var. Çoğu kimse bunun, sadece, onun partili kimliğini devlet başkanlığı konumunun önüne geçirmesiyle ilgili olduğunu sanabilir. Oysa, bu meselenin bundan başka yanları da var. Sözgelişi, Cumhurbaşkanının yurttaşlar arasında ayrım yapan bir dil kullanmayı alışkanlık haline getirmiş olması ve Cumhuriyetin bazı kurumlarına ‘’yabancı’’ unsurlarmış gibi muamelesi etmesi veya onların kamusal otoritesini zedelemeye dönük tutumlar içine girmesi sadece partili kimlik meselesi değildir.
Görevdeki Cumhurbaşkanının görevini yerine getirme tarzında kendisini gösteren ama ne yazık ki çoğu kimsenin farkında değilmiş veya önemsemezmiş göründüğü başka bir özellik var. Bu, kısaca, Cumhurbaşkanının görevini icra ederken kendi dindar kişiliğini öne çıkarması ve resmî söyleminde dinî sembolizmin baskın bir yer tutması olarak özetlenebilir. Cumhuriyetçi rejim anlayışıyla, özel olarak da Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik karakteriyle bağdaşmaya bu husus partizanlıktan da daha ciddî bir kamusal sorun teşkil etmektedir.
Dindar muhafazakârlar, en son ‘’28 Şubat Süreci’’nde olduğu gibi, geçmişte zaman zaman devletin baskıcı lâiklik anlayış ve uygulamasının mağduru oldukları için, bugünkü ‘’dindar Cumhurbaşkanı’’ görüntüsünden rahatsız olmayabilir, hatta bundan hoşnutluk da duyabilirler. Vaktiyle onların bu mağduriyetini alkışlamış veya en azından buna kayıtsız kalmış olanların bugünkü durumdan hazzetmemeleri de belki muhafazakârların hoşuna gidiyordur.
Oysa bu bakış tamamen yanlıştır. Çünkü, ‘’dindar Cumhurbaşkanı’’ görüntüsünden hoşnut olan muhafazakârlar cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin özel bir birey veya yurttaş olarak dindarlığı ile onun kamusal (Cumhurbaşkanı olarak) kişiliği arasındaki hayatî farkı bilmezmiş gibi davranıyorlar. Daha açık bir anlatımla, ne cumhuriyet ne demokrasi ne de lâiklik cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin dindar olmasına engeldir. Elbette, dinsiz, agnostik veya dine kayıtsız bir kişi gibi, dindar bir kişi de bu makama gelebilir. Şu kayıtla ki, dindarlık cumhurbaşkanlığı makamının değil Cumhurbaşkanının şahsının bir özelliği olabilir.
Başka bir anlatımla, herhangi bir cumhuriyetçi rejimde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nde de dindar bir yurttaş Cumhurbaşkanı olabilir, ama cumhurbaşkanlığının kendisi bir dindarlık –veya dinsizlik- makamı değildir. Onun için, Cumhurbaşkanı olan kişi işgal ettiği makamın saygınlığını ve gücünü kendi kişisel dindarlığının emrine veremez, kamusal makamını böyle bir görüntü içine sokamaz. Cumhuriyetin cumhurbaşkanı Anayasadan kaynaklanan kamusal yetkilerini ne dinî gereklere göre kullanabilir, ne de yurttaşlarına hitabında şu veya bu dinî inancı kendisine referans olarak alabilir. Cumhurbaşkanının kamuya hitabındaki muhatapları ‘’mü’minler’’ veya ‘’din kardeşleri’’ değil ‘’yurttaşlar’’dır. Çünkü, bir cumhuriyetin kurucu özneleri ‘’inananlar’’ veya ‘’inanmayanlar’’ değil yurttaşlardır. Bir cumhuriyet her şeyden önce eşit yurttaşlığa dayanır.
Bir kişi veya yurttaş olarak Cumhurbaşkanı hangi dinî inanca mensup olursa olsun, hem kamusal görevini bir dini yokmuş gibi yerine getirmekle, hem de bunu yaparken yurttaşlarının dinî inançları arasında ayrım yapmamakla yükümlüdür. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı -eğer varsa- dinî inancını kamu önünde dışa vuramaz, ‘’Cumhurbaşkanı’’ olarak kamu önünde ve/veya kamuya hitap ederken yurttaşlara herhangi bir dinin icaplarını buyuramaz, hatırlatamaz, öğütleyemez. Cumhurbaşkanlığı bir fetva makamı değildir. Cumhurbaşkanı aynı şekilde, kamusal mekânlarda veya kamu önünde dinî kıyafetle görünemez, herhangi bir dinin ibadet ve merasimlerine Cumhurbaşkanı sıfatıyla katılamaz.
Anayasa ve hukuka aykırı olmaları bir yana, bütün bunlar Cumhurbaşkanını ‘’milletin birliği’’ni temsil etme işleviyle de bağdaşmaz. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘’millet’’i sadece dindarlardan, özellikle de Sünnî dindarlardan oluşmaz; bu milletin elbette Sünnî veya Müslüman olmayan, hatta -ateisti, deisti ve agnostiğiyle- dinsiz olan üyeleri de vardır. Bu farklılıklar yokmuş gibi davranan bir Cumhurbaşkanı ister istemez yurttaşlar arasında ayrım yapıyordur.
(Diyalog, 18 Ekim 2020)