Öteden beri Türkiye’deki baskın ideolojik eğilimin milliyetçilik olduğuna yazı ve konuşmalarımda dikkat çekerim. Tabiî ki hoş bir şey olarak değil! Toplumsal tabanı bakımından en güçlü olanı ‘’muhafazakâr milliyetçilik’’ olmak üzere, Türkiye’de milliyetçiliğin elbette farklı yorumları var. Son zamanlarda ‘’ulusalcılık’’ olarak adlandırılan bir milliyetçilik türü daha ön plana çıkmaya ve siyaseten daha etkili olmaya başladı. Atatürk her iki milliyetçiliğin de ana referansı olmakla beraber, ulusalcılık hem daha fazla ‘’Atatürkçü’’dür, hem de Atatürkçü dünya görüşünün temsili konusunda tekel iddiası gütmektedir.
Bu arada, liberalizmle milliyetçiliği harmanlamaya çalışanlar da var. Benim görebildiğim kadarıyla; bunlar ya muhafazakâr milliyetçiliğin ‘’sivil’’ damarı ile liberal fikirler arasında bir yakınlık gören ya da liberal fikirlere sempati duymakla beraber milliyetçilikten de tamamen kopamayan kişilerdir. Bir de, Atatürkçü çağdaşlığı ‘’liberal’’ anlayışlarının merkezine yerleştirenler veya Atatürkçülüklerini kendi liberal eğilimleriyle bağdaştırmaya çalışanlar var. Özellikle bu ikinci pozisyon bana daha ‘’umutsuz vak’a’’ymış gibi gelmektedir.
Muhafazakâr milliyetçiliği bir yana bırakırsak, bugün Türkiye’de ana referansları Atatürk olan iki ideolojik eğilim bulunmaktadır: ‘’Atatürkçülük’’ ve ‘’Kemalizm’’. Her ikisi de temelde milliyetçi olan bu akımlardan Atatürkçülük ideolojik yelpazenin daha çok ‘’sağ’’ında, Kemalizm ise daha çok ‘’sol’’unda sayılabilir.
Atatürkçülüğün bildik anlamda tam bir ideoloji olmaktan çok, askerî ve siyasî bir kişilik olarak Atatürk’e özel bir saygı ve takdirin yönlendirdiği ideoloji-benzeri bir siyasal yönelim olduğu söylenebilir. Bu yönelimin temel özelliklerini milliyetçilik, devletçilik ve siyasî muhafazakârlık olarak belirtebiliriz. Atatürkçülük tam bir ideoloji olmasa da, CHP’nin ‘’Altı Ok’’unda simgelenen bir siyasî programı olarak nitelenebilir. Ama öte yandan Atatürkçülük ulusal kimliği Türklük ile Sünnî Müslümanlığın bir sentezi olarak tanımlayan ‘’12 Eylül rejimi’’nin ideolojisi olarak ta düşünülebilir.
Buna karşılık, Kemalizm Atatürkçülüğe nispetle daha fazla ideolojik olarak işlenmiştir. Kemalizmin siyasî programında öne çıkan noktalar, devletçi ve otarşik bir iktisadi hayat ile bir arada giden ‘’Aydınlanmacılık’’ ve ‘’anti-emperyalizm’’dir. Bu arada, Kemalist milliyetçiliğin Batı karşıtı anti-emperyalist tutumunun yer yer yabancı düşmanlığı boyutlarına vardığını da belirmek gerek. Ayrıca, Kemalizmin Aydınlanmacılığı da, ‘’çağdaş hayat tarzı’’ üzerindeki vurgusu ve dine karşı kuşkucu bakışı ile, deyim yerindeyse ‘’laik/çi Aydınlanmacılık’’tır.
Belirtmem gerekir ki, ‘’Atatürkçülük’’ ve ‘’Kemalizm’’ kalıplarını ne gerçekliğin tam doğru tanımları olarak, ne de birbirini tamamen dışlayan kategoriler olarak düşünüyorum. Bunlar Weberyen anlamda ‘’ideal-tip’’ler olarak görülebilirler. Başka bir deyişle, olgusal durum bu tipler veya kalıplarla birebir veya tam olarak örtüşmeyebileceği gibi, ikisinin kısmen iç içe geçtiği durumlar da olabilir.
Aslına bakılırsa, bu iki ideolojik eğilimin ortak noktalarının farklılıklarından daha baskın olduğu bile söylenebilir. Bu ortak özellikleri, daha önce işaret ettiğimiz milliyetçiliğe ek olarak, şöyle belirtebiliriz: bireycilik karşıtlığı, devletçilik veya devlet-merkezli siyaset, çoğulculuk karşıtlığı, vesayetçilik ve dünyayla uyumsuzluk. Bundan da anlaşılabileceği gibi, Atatürkçülük ve Kemalizmin ortak özelliği liberalizm karşıtlığıdır.
Söz konusu ortak özellikleri kısaca açıklamak gerekirse: İlk olarak, gerek Atatürkçülük gerekse Kemalizm insanî varoluşun temel birimi olarak bireyi değil, toplumu veya kolektiviteyi alır. Bireyleri ‘’millet’’e veya ‘’ulus’’a feda etmeye hazır entegrist bir anlayış ve organik bütün olarak ‘’Türk milleti’’ kavrayışı, ufak-tefek farklarla her ikisinin de özelliğidir.
İkinci olarak, her iki ideolojik yönelim de siyasetin merkezine temel bir değer olarak devleti yerleştirir ve toplumla devlet arasında ahlâkî anlamda hiyerarşik bir ilişki varsayar. Her ne pahasına olursa olsun ‘’devletin bekası’’nı garanti etmek birincil politik amaç sayılır. Başka bir deyişle, birey hakları, adalet ve hukukun üstünlüğü ne Atatürkçülüğün ne de Kemalizmin öncelikli amaçları arasında yer alır.
Üçüncü olarak, etnik ve kültürel olarak türdeş ve cemaatçi (komüniteryen) millet (veya ulus) tasavvuru yüzünden çeşitlilik ve çoğulculuktan hazzetmemek, hatta farklılıkları bastırmak Atatürkçülük’le Kemalizmi birleştiren başka bir noktadır.
Dördüncü olarak, toplum karşısında vesayetçi tavır her iki ideolojinin de ortak özelliğidir. Vesayetçilik özgürlük ve demokrasiyi Cumhuriyetin ‘’çağdaşlaşma’’ amacına feda eder. Paradoksal olarak, bu siyaset hem bireylerin temel haklarının kısıtlanmasıyla sonuçlanır, hem de toplumun yaratıcılığı ve serbest gelişiminin önünde bir engel oluşturur.
Son olarak, görünüşteki ‘’muasır medeniyet’’ veya ‘’çağdaş uygarlık’’ resmî hedeflerine rağmen, gerek Atatürkçülük gerekse Kemalizm Batı karşısında kuşkucu, hatta ikincisi söz konusu olduğunda düşmanca bir turum benimser. Atatürkçülerin kuşkuculuğu temeldeki milliyetçi bakışın ulusların çıkarlarını tanımı gereği bağdaşmaz saymasından ileri gelirken, Kemalistlerin Batı düşmanlığı ise daha çok bildik solcu ‘’anti-emperyalizm’’den kaynaklanır. (Diyalog, 13 Mart 2022)