Türkiye’nin bugünkü yönetimi bunca başarısızlığına rağmen inanılmaz bir kendine güven ve vurdumduymazlık sergilemeye devam ediyor. Sedat Peker’in skandal ifşaatları duymazlıktan gelindi; çoktandır üzerinde çalışıldığı söylenen ‘’yargı reformu’’nun içi boş çıktı; dahası olağanüstü hal yetkilerinin bir kısmının süresi uzatılıyor, HDP’ye kapatma davası açıldı; kayıp silâhlar konusunun üstüne yatıldı ve Türkiye tehlikeli Afganistan cangılına dalmaya hazırlanıyor. Bu arada, ısrarlı hak-hukuk ihlâllerinde, bin bir türlü adaletsizlik ve zulümlerde somutlaşan ülkenin genel baskı havası da yoğunluğundan hiçbir şey kaybetmeksizin devam ediyor.
Kısaca, içte ve dışta güvenilirliği ve itibarı kalmamış bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıyayız, ama Erdoğan yönetimi bir yandan HDP’yi kapattırmaya çalışırken öbür yandan Cumhurbaşkanının kendisi Diyarbakır’da yeni bir ‘’Kürt açılımı’’ başlatacağı izlenimi veren açıklamalar yapıyor. “Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız. Biz tüm samimiyetimizle barış dedik, kardeşlik dedik, çözüm dedik, adalet dedik, hak dedik, özgürlük dedik, demokrasi dedik. Biz ret, inkâr, asimilasyon politikalarını ortadan kaldırıp hak ve özgürlük eksenli bir yaklaşımla asırlık meselelerin çözümüne yöneldik.’’
Kürt halkının özellikle 2015’ten buyana yaşadığı bunca acının hatıraları halâ tazeyken AKP yönetiminin ‘’Kürt sorunu’’ konusunda yeni bir barışçı girişim başlatacakmış gibi yapması gerçekten tam bir duyarsızlık ve vurdumduymazlık örneği. Elbette kendileri de biliyorlar ki, böyle bir şey yapmaya ne siyasî konjonktür ne de AKP’nin ittifak ilişkileri müsait. Yani, basit bir seçim yatırımıyla karşı karşıyayız.
Ama AKP-MHP iktidarının uygulamaya koymak üzere olduğu başka bir hamle var ki, o iç ‘’hayra alâmet’’ olmasa da gayet gerçek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen Cuma günü Kıbrıs’la ilgili olarak yaptığı şu açıklamaya bakınız: ‘’İnşallah 20 Temmuz’da ben Kıbrıs’ta olacağım ve Kuzey Kıbrıs’tan gerekli mesajları tüm dünyaya inşallah oradan vereceğim ve onun için Kuzey Kıbrıs’ta olacağım. Çünkü Kuzey Kıbrıs’ta bizim bulunmamız, Kuzey Kıbrıs’tan bizim vereceğimiz mesajlar sadece adayı değil tüm dünyayı ilgilendiriyor ve eğer siz bu kararlılığınızı göstermezseniz, bu duruşunuzu ortaya koyamazsanız, kimse sizi adam yerine koymaz.”
Bu, Türkiye’nin Kıbrıs’ı dizayn etme çabasında yeni bir evreye girmek üzere olduğunu gösteriyor. Besbelli ki, Türkiye’nin geçen Ekim’ ayındaki KKTC cumhurbaşkanlığı seçimine yaptığı müdahaleyle ilk işaretini verdiği ve Cenevre’deki 27-29 Nisan görüşmelerindeki tutumuyla pekiştirdiği KKTC’yi dizayn etme konusunda sayın Erdoğan’ın daha ileri planları var. BBC News’un haberine göre, Batılılar Erdoğan’ın KKTC’de yapacağı konuşmanın ‘’Kıbrıs karasularında doğalgaz bulunduğunun açıklanması, kapalı Maraş bölgesinin statüsünün değiştirilmesi veya adada kalıcı askeri üs kurulması’’ gibi bir hamleyle ilgili olması ihtimali var. Yani, Batı dünyası Erdoğan’ın ‘’müjde’’ olarak açıkladığı şeyin Kıbrıs’ta taraflar arasında yeni bir çatışma yaratabilecek bir gelişmenin habercisi olmasından endişe ediyor. Erdoğan hangi somut ‘’müjde’’yi verecek olursa olsun, bunun Kıbrıs sorununun taraflar arasında görüşme ve müzakere yoluyla çözülmesini engelleme amaçlı bir emrivaki olacağı kesin gibi görünüyor.
Bu arada, hükümet sistemi ve yönetici ekibiyle KKTC’yi Türkiye’nin bir uzantısı ve hatta kuklası haline getirme planı da uygulamaya geçirilecek gibi görünmektedir. Nitekim, KKTC Başbakan Yardımcısı Erdoğan’ın ‘’müjde’’ veren konuşmasıyla aynı gün yaptığı bir açıklamada bir anayasa değişikliğiyle sistem değişikliğine gitmeyi ve devletin adını ‘’Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’’ olarak değiştirmeyi tasarladıklarını belirtti. Bu ihtimali ciddiye almak gerek. Erdoğan’ın Türkiye’de yürürlüğe koyduğu ‘’Başkancı’’ tek-adam rejimini Kuzey Kıbrıs’a ihraç ederek, burayı Meclisin ve yargının ‘’ayağına dolanamayacağı’’ tek bir kişi aracılığıyla kontrol etmeyi amaçlıyor olması hiç de yabana atılacak bir ihtimal gibi durmuyor.
Eski cumhurbaşkanları Akıncı ve Talât’ın ısrarla anlatmaya çalışmalarına rağmen, Kıbrıs için Birleşmiş Milletlerin kararları doğrultusunda iki bölgeli demokratik bir federasyondan başka bir çözümün söz konusu olamayacağına Türkiye’nin geleneksel devlet elitini ve AKP-MHP iktidarını ikna etmek maalesef mümkün görünmüyor. (Meselâ, emekli bir büyükelçinin 16 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ‘’Kıbrıs’ta Söylem ve Eylem Zamanı’’ başlıklı ibretamiz yazısını okuyunuz).
İnşallah Türkiye’yi ve Kuzey Kıbrıs’ı çıkmaza sokacak aptalca bir hamle yapmazlar. (Diyalog, 18 Temmuz 2021)