Geçen hafta meydana gelen birbiriyle ilişkili iki olay Türkiye’nin geleceğine dair zaten çok zayıf olan iyimser beklentileri büsbütün yok etmek üzere. Tahmin edilebileceği gibi, Halkların Demokrasi Partisi’ne (HDP) karşı Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davası ile aynı Partinin İzmir İl Örgütü binasına yapılan baskında bir kişinin ölmesini kast ediyorum.
Önce şunu tespit edelim: HDP her ne kadar Türkiye toplumunun tümünü ilgilendiren genel (sol-sosyalist) bir davayı yürütmek iddiası güdüyorsa da, onun sosyolojik olarak Türkiye’nin Kürt yurttaşlarını temsil ettiği açıktır. Onun için, bu partiye yönelik her bilinçli saldırının ve hasmane tutumun ister istemez Kürtleri hedef almış olacağını görmemiz gerekiyor. HDP ile PKK’nın iddia edilen özdeşliğinin devlet erkânı ve kimi siyasî partilerce sık sık vurgulanmasının aynı işe yaradığını da bu arada kaydedelim.
HDP binasına baskın yaparak bir kişiyi öldüren saldırganı harekete geçiren sâiklerle ilgili olarak şu noktalar öne çıkıyor: Saldırgan olaydan üç gün önce de bir vesileyle binaya uğrayarak ‘’burası kalabalık oluyor mu?’’ diye sormuş. Bundan anlıyoruz ki, aslında saldırganın niyeti toplu kıyım (katliam) yapmakmış, nitekim binaya girdiğinde etrafa rastgele ateş açarak şarjördeki bütün mermileri boşaltmış. HDP Eş Başkanı Mithat Sancar’ın ‘’o saatte binada yaklaşık kırk kişilik bir toplantı olacaktı, ama başka nedenlerden dolayı ertelenmişti’’ şeklindeki açıklaması, saldırganın amacının katliam yapmak olduğunu desteklemektedir.
Bu açıklama, ayrıca, saldırganın binanın içinin o saatlerde kalabalık olacağını kendisinin yaptığı keşiften başka bir yolla önceden öğrenmiş olma ihtimalini düşündürüyor. Bu durum, saldırganın geçmişindeki kimi kuşkulu noktalarla (ateşli silah ruhsatına sahip olması, atış poligonunda zaman zaman atış talimi yapıyor olması, daha önce Suriye’ye gitmiş olması gibi) birleştirildiğinde, İzmir baskınının bu eylemcinin tek başına planlayıp gerçekleştirdiği bir eylem olmayabileceğini ve devlet içinde onu bu eyleme azmettirip hazırlayan bir odağın var olabileceğini akla getirmektedir. Hatta bu iş için Türkçü ve Kürt karşıtı hissiyatın yoğun olduğu İzmir’in özel olarak seçilmiş olduğu bile düşünülebilir.
Öte yandan, saldırganın olaydan sonra verdiği ifadede PKK’dan nefret ettiği için bu eylemi yaptığını belirttiğine bakılırsa, HDP’yi PKK ile özdeş gösteren resmî söylemin amacına ulaştığı söylenebilir. Nitekim, bugün Kürtlerin dışında kalan kesimlerde HDP’yi barışçı yoldan siyaset yapan bir parti olarak, demokratik siyasî sürecin olağan bir aktörü olarak değil de, parti kılığındaki teröristler olarak görenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir sır değildir. Bu durumda, PKK’ya yönelik nefretin, onunla özdeş olduğu propagandası yapılan HDP’ye, oradan bütün Kürtlere yöneleceğini sokaktaki vatandaş bile tahmin edebilir.
Devlet elitlerinin ve MHP erkânının bunu bildiğine ve hatta öngördüğüne şüphe yok da, bir zamanlar Kürt sorununun barışçı çözümü davasının mimarı ve ateşli savunucusu olan AKP’nin ve Reisinin son yıllarda (kabaca 2015’ten buyana) ısrarla ve üstüne basa basa aynı söylemi kullanmasını neye yormak gerekir? Acaba, bu tarihin, ‘’her ne pahasına olursa olsun Devletin bekâsı en üstün amaçtır’’ şiarını AKP’lilerin içselleştirmesine götüren ‘’Güvenlikçi-Türkçü Devlet’’ ittifakına dahil olmasıyla aşağı yukarı aynı tarihe rastlaması arasında bir ilişki olabilir mi? .
HDP’nin kapatılması için açılan davaya gelince, ben çok merak ediyorum, Partinin kapatılarak, yüzlerce üyesine siyaset yasağı getirilmesi ve bankadaki parasına el konması hangi akla hizmettir?… Geniş toplumsal tabanı olan siyasî hareketlerin partilerinin kapatılması yoluyla ortadan kaldırılamayacağını yaşanan bunca tecrübenin Türk devlet seçkinlerine öğretememiş olması ne hazindir! Bu zevat partileri kapatılır, temsilcileri yasaklanır ve hatta hapse gönderilirse, Kürtlüğün ortadan kalkacağını ve böylece Türkiye’nin ‘’Kürt sorunu’’nun biteceğini mi hayal ediyorlar?…
Kürtlerin taleplerinin meşru bir siyasî parti aracılığıyla barışçı-demokratik sürece kanalize edilmesinin Kürdü ve Türk’üyle herkesin yararına olduğunu Türkiye’yi yönetenler nasıl idrak edemezler?… ‘’Devletin bekâsı’’nı kendilerine ana dert edinen Devletlû taifesi milyonlarca Kürdün taleplerini barışçı yoldan ifade edemediği, demokratik siyasal sürece katılamadığı, dahası toplumun geri kalanının husumetine maruz bırakıldığı bir Türkiye’nin daha güvenli bir yer olacağını mı düşünüyor?
‘’Devletimizin bekâsı’’ diye ortalığı ayağa kaldıranlar! Kürtlerin bastırıldığı veya yok sayıldığı bir Türkiye’de toplumun huzurunu, dirlik ve düzenini nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?… Hak-hukuk, adalet, vicdan, insaf… hadi bunlardan geçtik, bari kendi bekâ sorununuzun gereklerini idrak edecek kadar zekânız olsun! (Diyalog, 20 Haziran 2021)