Mayıs 2014’te kaleme aldığım ‘’Güvenlik Devletine Doğru’’ başlıklı yazıda şöyle demişim:
‘’Millî İstihbarat Teşkilâtı’nın yapısını ve işleyişini yeniden düzenleyen malum kanunu çıkarmak suretiyle, AKP iktidarı son yıllarda içine girdiği devletleşme yolunda ileriye doğru büyük bir adım daha atmış oldu./ Böylece, AKP sayesinde güvenlik ve istihbarat odaklı yeni bir devlet anlayışına geçmek üzereyiz.’’
Siyasî hayatımızda o tarihten buyana meydana gelen gelişmeler bu teşhisimi maalesef fazlasıyla doğrulamış bulunuyor. Gerçekten de toplum olarak artık tam bir güvenlik devletinde yaşamaktayız.
O eski yazıyı bugün hatırlamama sebep olan, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in partisinin İstanbul İl Başkanının ‘’FETÖ’cü’’lükle suçlandığı iddialarına karşı verdiği şu cevap oldu: ‘’İki tarafa da sordum. ‘Hayır bizde böyle bir kayıt yok’ dediler.’’ Akşener’in ‘’iki taraf’’ dediği de Millî Savunma Bakanı Hulusî Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan!
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamen bir güvenlik ve istihbarat devleti haline gelmiş olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilir?… Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede bir memurun veya kamu görevlisinin değil, siyasetçinin bile kaderi güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin tuttuğu kayıtlara bağlı!…Üstelik, 2014’teki yasal düzenlemeden sonra büsbütün lâyüs’el konuma yükselmiş olan istihbarat bürokrasisinin tuttuğu kayıtlar bunlar.
Düşünebiliyor musunuz, demokratik siyasetin aktörleri hakkında devletin memurları ‘’kayıt’’ tutuyor, tutabiliyor?… Hem de sahici bir kanıta dayanmak zorunda olmayan ve mahkeme kararı olmasa bile hükmünü icra edebilen kayıtlardan söz ediyoruz.
Hem sadece onlar mı?… Aslında hepimiz, memuru ve siviliyle bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin gözetimi altında değil miyiz zaten?
Ve rejime bakın ki, ‘’demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları’’ndan sayılan bir muhalefet partisinin üyelerinin İstanbul İl Başkanlığı gibi önemli bir görevi kendisine tevdi ve emanet etmekte sakınca görmedikleri bir siyasetçiyi bu partinin genel başkanı devletin güvenlikçilerinden ve istihbaratçılarından soruyor!
Hem bizzat partinin lideri bunu içine sindirebiliyor, hem de siyaset sahnesinde başka kimse bunu yadırgamıyor!. Bu son nokta, öteden beri yazıp-söylediğim gibi, Türkiye’de siyasî partilerin aslında sivil oluşumlar olmaktan çok, devletin uzantıları olduklarını teyit eden yeni bir gösterge olarak da alınabilir.
Bu olayın vahametini daha iyi anlamak için düşünmeye devam edelim: Ya Akşener’in kendilerine soru sorduğu devlet makamları ‘’evet, bizde öyle bir kayıt var’’ deseler ne olacaktı?… Pek muhtemeldir ki, söz konusu kişi İl Başkanlığı görevinden alınacak, ardından hakkında ‘’FETÖ’’cü suçlamasıyla ceza soruşturması açılacaktı. Mahkûmiyeti halinde ise –ki malum, FETÖ’cü isnadı kanıta ihtiyaç göstermediğinden bu pekâlâ mümkündür- başına neler gelebileceğini zaten biliyoruz. Daha da kötüsü, böyle bir soruşturmadan bir sonuç çıkmasa bile, yediği ‘’FETÖ’cü’’ damgası yüzünden demokratik siyaset yapma îmkânı tamamen ortadan kalkacak, dahası, üstündeki damgayı silemeyeceği için geleceğe dönük olarak sivil hayat alanında da bütün kapılar kendisine kapanacaktı.
Bu maalesef bugün Türkiye’de binlerce, onbinlerce insanın başına gelen şeydir. Çünkü, özellikle ‘’FETÖ’cü’’ isnat ve ithamı söz konusu olduğunda, bu ülkenin mahkemeleri bile epey bir zamandır ne ‘’müddei iddiasını ispatla mükelleftir’’ prensibini, ne masumiyet karinesini, ne de ceza sorumluluğunun şahsîliği prensibini tanıyorlar.
Kanunlarda suç olduğu yazılı olmayan fiillerden bile insanlara ‘’ceza kesildiği’’, hâkimlerin ‘’kanunsuz suç’’ türetmek ve üretmekte fevkalâde cömert davrandıkları, silâhla ve şiddetle alâkası olmayan nice insanın ‘’terörist’’ sayıldığı, ilk derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımama cüreti gösterdikleri bir dönemden, yani AKP’nin devr-i iktidarından söz ediyoruz.
Kısaca, bugünün Türkiye’sinde hukukun ve adaletin değil, güvenlikçi zihniyetin, partizanlığın ve sadakatin hükmü geçiyor. Buna bağlı olarak, devletin istikametini de demokratik siyaset ile liyakate dayanan tarafsız bürokrasi değil, ‘’Majesteleri’’ ve onun sâdık hizmetkârları’’ belirliyor.
(Diyalog, 25 Ekim 2020)