Günümüzün “kolaydan” aydınlanmacılarını en çok heyecanlandıran söz, malum, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözüdür. Türkiye’de her ne kadar birçoklarınca hala aydınlanmanın mottosu gibi algılanmaya devam etse de, 19. yüzyılın ruhunu yansıtan bu sözün insani varoluş bakımından değeri bugün için çok azalmıştır. Daha doğrusu, hiç bir çağda insanlık durumuna uygun değildi bu söz; sadece, belli bir dönemin ruhunu şekillendiren entellektüellerin zihniyetini yansıtıyordu.
Şimdilerde, “yaradılış”çı doktrinin bilim dünyasında cari olan “evrim teorisi”ne karşı bir alternatif gibi sunulması, bilim ve medya çevrelerinde o naif “aydınlanmacı” heyecanı yeniden kabartmış görünüyor. Ne var ki, Aydınlanma heyecan kabarmasından çok daha ciddi bir konudur. Onun için, aydınlanmayı kaba “bilimcilik”le özdeşleştiren ve böylelikle insanın anlam ve kavrayış ufkunu alabildiğine daraltan bağnazlığın çeşitli şekillerde kendisini göstermesi karşısında, insanın post-modernizmin şarlatanlık ölçüsüne varan yorumlarına bile sempati duyası geliyor.
“Akıl Çağı”nın ürünü olan Aydınlanma modernliğin arka planında yer alan başlıca düşünce stilinin adıdır. Aydınlanma dünyaya ve insana belli bir bakış tarzını, “ortak bir ruh hali(ni) ve dünya karşısında alınan tavrı” ifade etmekteydi. Bu düşünüş tarzının ayırt edici özelliği “bilim”i yegane doğru olarak görmesinden ziyade; Kant’ın işaret ettiği gibi, insanın kendi aklını başka otoritelerin yönlendirmesi olmaksızın, özgürce kullanabilmesi fikrine bağlılığıydı: “Kendi aklını kullanma cesaretini göster!” Kant’a göre, Aydınlanma’nın mottosu buydu.
Onsekizinci yüzyıl Aydınlanmacılarının çoğu bunun bilimsel yöntemi işaret ettiğine inanıyorlardı. Bu konuda onların büyük ve aşırı umutları vardı: aklın ve deneysel yöntemin rehberliğinde dünyanın ve insanlık durumunun bütüncü bir bilgisine ulaşılabileceğini sanıyor ve umuyorlardı. Nitekim, farklı alanlara ilişkin bütün hakikatlerin birbiriyle uyumlu, evrensel bir bütün teşkil ettiği inancı, Ansiklopedistleri, “aydınlanmış düşüncenin bir antolojisi” olarak düşündükleri Ansiklopedi’yi teşkil etmeye götürmüştü.
Ne var ki, zamanla aklın ve bilimin sınırlarına dair bilincimizin gelişmesi ve akli kurguculuğun özellikle 20. yüzyılda yolaçtığı birçok felaket, bizi böyle ütopik bir tasavvurdan –ham hayalcilikten- uzaklaşmak zorunda bıraktı. Onun için, bugün artık eski aydınlanma yok. Bu demektir ki, “aydınlanma” eğer hala bizim için bir anlam ifade edecekse, onu 18. yüzyıl “Filozoflar”ının tasavuruyla sınırlayamayız. İnsanoğlunun hakikat ve anlam arayışı bilimin dar çerçevesine hapsedilemez. İnsanın akli faaliyetleri bilimden ibaret olmadığı gibi, insan için hayatı anlamlı kılacak ve akli –veya saf akli- olmayan başka referans çerçeveleri de vardır.
Bilimin yol göstericilik iddiasıyla ilgili olarak daha sade ve soğukkanlı bir şekilde konuşursak, ilk yapmamız gereken onu tevazuya davet etmek olsa gerektir. Çünkü, bilimin değil hayata “mürşit” olması, onun kendisinin ahlaki bir kılavuza ihtiyacı vardır. Hayatlarımıza yön verecek değerleri bilim üretmez, üretemez; dolayısıyla eğer bir mürşidimiz olacaksa, bunları üreten her ne veya neler ise asıl mürşidimizin onlar olması gerekir. Elbette bilim de yararlı bir insan etkinliğidir ve insanlık durumu için değerlidir; ama bilimin değeri, bizi irşat etmesinde, hayatlarımızı yönetmesinde değil, hayatımızı kuran seçeneklerimizden kimilerini oluşturmamıza yardım edecek araç ve olanaklarla bizi donatmasındadır.
Besbelli ki, insanoğlunun bilgisi bilimden ibaret değildir; kaynakları, türleri ve işlevleri bakımından çok çeşitli bilgi türleri vardır, İyi ki de öyledir. İyi ki sadece “bilim” değil, felsefe var, din var, sanat var, sezgi var. Ve hayatlarının kılavuzluğunu bunların birinde veya birkaçında arayanlar insanlık durumuna ters veya gayrı tabii bir şey yapmıyorlar. Yaptıkları gayet insanidir. Sahte aydınlanmacıların kavrayamadıkları şey budur. Onun içindir ki, bütün iyi sıfatları kendilerine, kötü olanları ise “bilimden başka mürşit arayanlar”a yakıştırıyorlar.
Şunu söylemek zorundayım: Bugün bilimin yegane irşat edici olduğunda ısrarlı olmak, aydınlanmacılık şöyle dursun, basbayağı bağnazlıktır. Kaldı ki, bu ısrarın sahiplerinin tasarladıkları türden bir “bilim” de artık neredeyse kalmamıştır. Onun için, dini, vicdani, felsefi her kanaatin önüne bilimi çıkarmayı “aydınlanma” sanma cehaletinden kurtulmak gerekiyor. Dine, Tanrı’ya atıfta bulunan her söyleme otomatik tepki vermek hiç kimseyi Aydınlanmacı yapmaz.