Adalet ve Kalkınma Partisi nihayet beklenen hamlesini yaparak, Anayasa değişikliği teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sundu. Teklifin ana amacı Tayyip Erdoğan’nın gönlünde yatan başkancı rejimi anayasallaştırmak olmakla beraber, bu vesileyle Anayasa’da başka değişiklikler de yapılmak isteniyor. Bu değişikliklerin ne yazık ki az bir kısmı iyi yönde.
Önce doğrudan doğruya hükümet sistemiyle ilgili olmayan bu değişikliklerin olumlu olanlarını belirtelim: Mahkemelerin sadece bağımsız değil aynı zamanda “tarafsız” da olmaları öngörülüyor. Ne var ki, aşağıda işaret edilen değişikliklerle birlikte düşünüldüğünde bu iyileştirmenin kâğıt üstünde kalmaya mahkum olduğunu söyleyebiliriz. Kurulması düşünülen sistemde mahkemelerin bırakınız “tarafsız”lığını, bağımsız olmaları bile büyük ölçüde şansa kalmıştır. Değişiklik teklifinde ayrıca seçilme yaşı 25’ten 18’e indiriliyor, 100 bin seçmene cumhurbaşkanlığı için aday gösterme hakkı tanınıyor. Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kalkıyor, savaş hali hariç olmak üzere disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkeme kurulması yasaklanıyor ve sıkıyönetim kaldırılıyor.
Öte yandan, TBMM’nin üye sayısı 550’den 600’e çıkarılması, ara seçimin kaldırılıp onun yerine “yedek milletvekilliği”nin getirilmesi, savaş halinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de 1 yıl ertelenmesi ve Jandarma Genel Komutanı’nın Millî Güvenlik Kurulu’ndan çıkarılması da öngörülüyor ki, bunların sistemin iyileştirilmesi yönünde dikkate değer bir değişiklik yaratma ihtimali bulunmamaktadır. Buna karşılık, sadece doğuştan vatandaş olanların cumhurbaşkanı adayı olabilmesi, seçilmesine engel olmayan bir suçtan da olsa Yüce Divan’da mahkum olan cumhurbaşkanının görevine devam edebilmesi ve seçilmiş olmayan bakanlarla cumhurbaşkanı yardımcılarının dokunulmazlığa sahip kılınması açıkça olumsuz değişikliklerdir.
Bu arada, değişiklik teklifinin 19/E maddesinde, Anayasa’nın kaldırılan maddeleri arasında “seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma” haklarını düzenleyen 67. maddenin de sayılması bir yanlışlık eseri olsa gerektir.
Şimdi asıl konumuza, AKP’nin bu değişikliklerle nasıl bir hükümet sistemi ve hatta siyasî rejim kurmak istediğine gelirsek: Her şeyden önce AKP Türkiye için başkancı bir hükümet ve devlet sistemi öngörmektedir. Kurulmak istenen sisteme, başkanlık değil de “başkancı” dememin nedeni, öngörülen modelin “kuvvetler ayrılığı” yerine “kuvvetlerin kaynaşması” denebilecek bir temelde kurgulanmış olmasıdır. Bu modelde yasama ve yargı yürütmeden bağımsız olmayıp her ikşisi de cumhurbaşkanına (başana) bağlıdır. Yürütme münhasıran cumhurbaşkanındadır ama cumhurbaşkanı aynı zamanda yasamanın kompozisyonunu tamamen, yargının (HSK ve Anayasa Mahkemesi aracılığıyla) kompozisyonunu ise büyük ölçüde belirleyebilecek durumdadır. Bu, cumhurbaşkanının hem yasamayı hem de yargıyı kontrol edebilecek konumda ve güçte olması demektir.
Cumhurbaşkanı seçimiyle TBMM seçiminin aynı günde yapılacağı düşünülürse, Cumhurbaşkanı, ilişkili olduğu disiplinli partisi aracılığıyla, Meclis çoğunluğunun kimlerden oluşacağını belirleme imkânına sahip olacaktır. Bu arada, normal başkanlık sisteminden bir sapma olarak, yasama organının tek meclisten ibaret olması öngörülmektedir ki bu, ikinci bir meclisin başkanı frenlemesi ihtimalini de devre dışı bırakmaktadır. Öte yandan, olağan başkanlık sistemine aykırı olarak, cumhurbaşkanı hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın istediği zaman Meclisi feshedebilmesi sayesinde, yasama organında kendisinden yana olan dengenin bozulması halinde bunu “düzeltebilecek”tir. Böyle bir Meclisin -cumhurbaşkanını zaten denetleyemiyor da- onun bakanlarını bile etkili bir şekilde denetlemesi elbette beklenemez. Bütün bunlara, normal olarak iki dönemde en fazla 10 yıl olabilecek olan görev süresini cumhurbaşkanının isterse 15 yıla kadar uzatabilmesine imkân veren hükümlerin değişiklik teklifine sokuşturulmuş olduğunu da ekleyelim.
Ayrıca, cumhurbaşkanı çok geniş düzenleme ve atama yetkilerine sahiptir. Cumhurbaşkanı en başta bugünkü sistemde var olan “kanun hükmünde kararname”nin yerine geçecek şekilde kararname çıkarabilecektir. Ancak cumhurbaşkanı kararnameleri için ne Meclisin önceden bir kanunla yetki vermesine ihtiyaç vardır, ne de bunların Anayasa Mahkemesi tarafından etkili bir şekilde denetlenebileceklerdir. Anayasa Mahkemesi bu konuda etkin bir denetim yapamaz, çünkü düzenleme yetkisine getirilen, temel hakların cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenmesi yasağı dışındaki sınırlamalar belirgin ve dolayısıyla hukuk yoluyla uygulanabilir olmaktan uzaktır. Esasen, cumhurbaşkanının bütün devlet organlarına vesayet eder bir konumda olduğu böyle bir sistemde, üyelerinin çoğunu kendisinin atadığı Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetleme istekliliği göstereceği de şüphelidir.
Bu arada, yine başkanlık sistemine aykırı olarak, cumhurbaşkanının bütün atamalarını tek başına yapacağını da belirtelim. Bunlar arasında, normal olarak olması gerektiği gibi sadece bakanlar değil, sayılarını cumhurbaşkanının belirleyeceği cumhurbaşkanı yardımcıları da var. Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri hem gerektiğinde görevdeki cumhurbaşkanına, hem de boşalması halinde cumhurbaşkanlığı makamına vekâlet edecek ve ona ait yetkileri kullanacaktır. Bu ikinci ihtimalde cumhurbaşkanlığına vekâlet duruma göre 1 yıl sürebilecektir. Demek ki, icabında bir yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanacak olan bir kişinin seçimle değil de cumhurbaşkanının tek başına yapacağı bir atamayla göreve geliyor olması demokratik ilke açısından kabul edilebilir değildir.
Bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu paket basit bir anayasa değişikliğinden çok, “yeni” bir anayasal düzene geçmeyi öngörmektedir. Kabul ve onay aşamalarını başarıyla tamamlaması halinde bu paket sadece hükümet sistemini değil, Türkiye’nin rejimi de değiştirecektir. Şöyle de denebilir: İktidar, bu hamlesiyle hâlihazırda olağanüstü hal altında yaşamakta olduğumuz fiilî durumu resmîleştirerek kalıcı hale getirmeyi amaçlıyor. Kaygı verici olan şu ki, toplum olarak enine boyuna ve özgür bir şekilde tartışmamız gereken bu derece hayatî bir değişiklik sıradan bir “anayasa değişikliği”ymiş gibi oldu-bittiye getirilmek istenmektedir.
Sonuç olarak, AKP’nin anayasası onun “demokrasi” anlayışını çok iyi temsil ediyor: Bütün devlet yetkilerini kendisine devredeceğimiz, “yanılmaz” millî iradenin mücessem bir timsali olacak bir “başkan” seçerek bütün kamusal iktidarı ona emanet etmek…. Böyle mutlakçı bir başkanın sadece seçimle göreve gelmesine “demokrasi” demeyi içine sindirebilenler varsa, varsın öyle yapsınlar. Ama bunun medenî toplumlara yakışan bir şey olmadığı çok açık. (Söylemesi bana düşmez ama Müslümanlığa da yakışmaz bu.)