JOHN HASNAS*

Trump’ın tehlikesi halk yönetimini sınırlamaya hizmet eden kurumlara saygıyı reddetmesinden kaynaklanıyor.

1987 tarihli ‘’Prenses Gelin’’ adlı filmde Inigo Montoya hayatını babasının katili Kont Rugen’den intikam alma çabasıyla geçirmektedir. Sonunda onunla karşılaştığında durmaksızın tekrarlıyor: ‘’Hey. Benim adım Inigo Montoya. Sen benim babamı öldürdün. Ölmeye hazır ol!’’ Sonunda Kont Rugen yılgınlık içinde bağırır: ‘’Bırak artık şunu söylemeyi!’’

Kont Rugen’in ne hissettiğini anlıyorum. Ben de her yerde insanların Donald Trump’ın demokrasi için bir tehdit olduğunu söylediklerini duyuyorum. Bunun o kadar çok tekrarlandığını duydum ki Kont gibi ben de bağırmak istiyorum: ‘’Şunu söylemeyi bırakın!’’ Çünkü Trump kesinlikle demokrasi için bir tehdit değildir, o demokrasinin somutlaşmış halidir.   

Eski Başkanın anayasal yönetime bir tehdit olduğu haklı olarak söylenebilir. Trump kuvvetler ayrılığını hiç anlamıyor ve sanıyor ki Anayasa ona istediği her şeyi yapma yetkisi veriyor. Anayasa’nın Haklar Bölümünün federal hükümetin yetkilerine getirdiği sınırlamaların farkında değilmiş gibi görünüyor ve bağımsız yargı diye de bir düşüncesi yok.

Trump’ın hukukun üstünlüğüne bir tehdit olduğunu söylemek te doğrudur. O siyasî muhaliflerini kovuşturması için Adalet Bakanlığı’na talimat verebileceğine inanıyor. Kendisine karşı oldukları zaman yargı kararlarını görmezlikten gelmekte hiçbir problem görmüyor ve bir gün için diktatör olmayı düşünüyor.

Trump’ın refah için bir tehdit olduğunu söylemek te yanlış olmaz. Onun sosyal yardım harcamalarını reforme etmeden yabancı mallara -tüketicilerin ödemek zorunda olacağı- % 10 gümrük vergisi koyma planı hepimizi daha yoksul yapacak ve açığı artıracaktır.

Söylenmesi doğru olmayan bir şey, Trump’ın demokrasiye bir tehdit olduğudur… Demokrasinin esas özelliğinin hükümetin otoritesine tâbi olan her kişinin hükümetin seçilmesinde eşit söz hakkına sahip olması gerektiği hakkında siyaset teorisyenleri arasında bir konsensüs vardır. Her kişinin; sadece belli başlı siyasî sorunlar hakkında bilgi sahibi olanların değil. Sadece rasyonel kararlar alanların değil. Sadece gerçeklerle bağlantısını koparmamış olanların değil. Herkesin söz hakkı var..

Aristoteles ‘’insanın rasyonel bir canlı’’ olduğunu söylemişti. O bununla insanların rasyonalite kapasitesine sahip olduklarını kastediyordu, akıllarını her zaman kullandıklarını değil.

Kişisel hayatlarımızda çoğumuz aklî yeteneklerimizi kullanırız çünkü eğer yapmazsak bunun sonuçlarına kendimiz katlanırız. Caddeden karşıya geçerken her iki yönü de kontrol ederiz çünkü yapmazsak bize bir araba çarpabilir. Ne kadar harcama yapacağımıza karar vereceğimiz zaman ne kadar para kazandığımızı düşünürüz çünkü bunu yapmazsak iflas edebiliriz. Başkalarını taciz etmez ve mülklerini çalmayız çünkü bunu yaparsak suratımıza bir yumruk yiyebiliriz.

Oysa demokrasi rasyonaliteden bağımsız bir alan yaratır. Demokratik karar vermeye katılmak -oy vermek- bireyler olarak bize hiçbir kişisel maliyet yüklemez. Nasıl oy vereceğimize karar verirken gerçekleri dikkate almamız gerekmez. Oy verirken nasıl bir dünya istediğimize dair hayallere dalarız. Daha önemlisi, duygularımıza göre oy vermekte serbestizdir.

Demokratik bir toplumda en fazla oy alan politikaların kabul edilmesi gerekir. İnsanların niçin şu veya bu yönde oy verdiklerinin önemi yoktur. Her bir oy eşit sayılır. Duygusal olarak verilen oylar, sorunların dikkatle incelenmesinden ve soğukkanlı düşünceden kaynaklanan oylar kadar sayılır.

Trump korkuyu, kıskançlık ve hasedi kışkırtmak suretiyle seçmenleri mobilize etmekte ustadır. Müslüman veya Hispanik göçmenler, liberal aydınlar, ‘’derin devletçiler’’ veya ‘’yozlaşmış’’ muhalif politikacılar gibi hoşlanılmayan gruplara karşı halkın önyargılarını istismar etmekte uzmandır. Trump kendi söyleminin doğruluğunun onun etkinliğiyle ilgili olmadığını kabul eder ve bu genellikle daha etkili olduğundan yalan söylemek hâkim seçim stratejisidir. Trump’ın yalan söyleme alışkanlığının eleştiricilerini dehşete düşürmesi ve şaşırtması onun demokrasiyi onlardan daha iyi anladığını göstermektedir.

Bu hiç te yeni değildir, demagojinin tarihi kadim Yunanistan’a kadar geri gider. Biz bugün onlara popülistler desek te demagoglar her zaman demokrasinin bir parçası olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bu, demokrasinin ‘’olmasza olmaz’’ıdır.

Öyleyse, Trump’ın demokrasi için bir tehdit olduğunu söylemeyi bırakın, çünkü o bunda çok iyidir. Tehdit Trump’tan değil, bizatihi demokrasiden geliyor. Tehdit demokrasiye değil özgürlüğedir.

(Wall Street Journal, 4 Şubat 2024)

*John Hasnas Georgetown Üniversitesi’nde hukuk profesörüdür. Common Law Liberalism: A New Theory of the Libertarian Society adlı eseri geçen yıl yayımlandı.

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir