‘’Zenginlik sosyal olarak yaratılır; yeniden-dağıtım da sadece daha fazla insanın kendi emeklerinin semeresinden yararlanmasına imkân verir.’’ Jacobin’in* bu tweet’i ideolojik yelpazenin solundaki pek çok insanın sahip olduğu, zenginliğin kendi kendine oluştuğuna ilişkin temel inancı tekrarlamaktadır. Bu inanca göre, bireysel çaba ve girişkenliğin, yaratıcılık ve risk almanın bu meseleyle hiç ilgisi yoktur. Zenginlik toplumdan bir şekilde otomatik olarak doğar ve sonra (…) bireylerin üzerine yağmur gibi yağar. 

Tweet’te yer alan ‘’emeklerinin semeresi’’ ifadesinin beşerî çaba ile iktisadî ödüller arasındaki pozitif bir bağlantıyı ima ettiği düşünülebilir ama öyle değil. Solcuların açıkça inandıkları gibi, eğer yeniden-dağıtımın yaratılan zenginliğin miktarı üzerinde hiçbir etkisi olmadığı gerçekten doğruysa, o zaman çalışanlar olarak biz, bize ne ödendiğinden bağımsız olarak, tam da toplumsal güçlerin bizi yapmakla görevlendirdiği şeyi yapıyoruzdur. Bu konuda bizim pek sözümüz yoktur. Biz işçiler zenginliği yaratmak üzere topluma yardım etmekteki rolümüzü oynarız, yine de -bu tweet’in öncülüne göre- açıktır ki bu zenginliğin bize ‘dağıtılan’ kısmının toplumun yarattığı zenginliğin miktarı üzerinde hiçbir etkisi yoktur.  

Gerçekten, ‘’yaratılan’’ kelimesinin söz konusu tweet’teki kullanımı büsbütün yanlıştır. Bu kullanımdaki zenginlik anlayışı zenginliğin gerçekte yaratılmış olmadığını ima etmektedir: Toplumsal güçler kendileri için mukadder olanı yerine getirince zenginlik doğmaya mahkumdur; bugün yağan zenginliğin bugün yağması zamanın başlangıcından beri mukadderdi.  Bugünün zenginliği, insanlığın üstüne yağmadan önce alacağı nihaî şekli dün henüz almış olmayabilirdi, ama bu zenginliğin bir araya getirilmesine yarayan bütün materyaller ve talimatlar toplumsal sistemde her zaman mevcuttu.  

Zenginliğin kaynağının bu ‘anlaşılışı’’ Marksistler arasında en aşikâr olan şeydir; onlar için tarih kendi mantığına göre kaçınılmaz bir şekilde kendini gerçekleştirir ve biz bireyler onun bizi kendisiyle birlikte sürüklemesinden kaçınamayız. Fakat bu zenginlik ‘anlayışı’ birçok başka solcu ideolog için, bu arada zenginliği asla yaratılmış bir şey olarak tanımlamayan kocaman bir kitabı [Capital in the Twenty-First Century] 2013’te dünyaya bağışlamış olan Thomas Piketty için de temel önemdedir. Piketty’nin iktisat anlayışına göre, zenginlik evrimleşerek gelişir ve dağılımında ‘’dönüşümler’’e yol açar. Piketty’ye göre, bu esrarlı dönüşümler bu kendi kendine oluşan zenginlikten orantısız ölçüde büyük paylara el koyan açgözlü bireyler tarafından engellenebilir ve çarpıtılabilir, nitekim çoğunlukla çarpıtılmıştır.  Fakat dünya savaşları ve küresel bunalımlar gibi felâketlerin patlak vermesi hariç, toplumun zenginlik yaratan güçleri durmaksızın işlemeye devam ederler.

Toplumun kendi içinde  hep saklı olan zenginliği fışkırtması -ki buna zenginlik yaratılması denemez- biz aciz bireylerin günlük hayatlarımızda karşılaştığımız müşevviklerden ve kısıtlardan çok etkilenmez. Eğer zenginlik kendiliğinden oluşuyorsa, o zaman kâr motifi ve Adam Smith, F.A. Hayek ve Armen Alchian gibi burjuva bilim insanlarının analizlerinde çok önemli yeri olan diğer bütün iktisadî güçler anlamsızdır.  Girişimciler ve yatırımcılar yaptıkları işi yüksek parasal ödül beklentisi nedeniyle yapmazlar; ödüller aşırı vergilendirmeyle büyük ölçüde azaltılsa da, bu işler tam olarak ve değişmeksizin yerine getirilecektir. Aynısı yüksek ücret kazanan işçiler için de doğrudur; eğer devlet bu ücretlerin büyük kısmına el koyar ve zenginlik yağmurunun olağandışı az olduğu yerlerde yaşayan şanssız kişilere bu fonları ‘’yeniden dağıtırsa’’, bu işler yine aynı beceri ve tutarlılıkla yapılmaya devam edecektir. 

Fiyatlar, ücretler, faiz oranları, kârlar, zararlar; zenginlik yağmur gibi yağdıktan sonra bütün bunların onun dağılımını belirlemeye yardım etmek dışında hiçbir rolü yoktur. Bu olgular bireylere ekonomik faaliyetlerinde hiçbir bilgi vermedikleri gibi; bireyleri kontrolümüz altındaki kıt ekonomik kaynakları mümkün olan en büyük miktarda insanî tatmin sağlamamıza imkân verecek tarzda üretmeye ve tüketmeye teşvik te etmezler.

Bu zenginlik anlayışı herkesin zenginlikten eşit pay almaya hakkı olduğunu ima etmektedir. Zenginliğin miktarını artırmak için hiçbir kimsenin hiçbir şey yapmadığının varsayılmasının sonucu hiçbir kimsenin başkalarına ‘’dağıtılan’’dan daha fazla zenginliğe hakkı olmadığıdır. Böylece, zenginliğin devlet tarafından tasarlanan kitlesel yeniden-dağıtım da ahlâkî olarak meşrudur ve ekonomik olarak ta zararsızdır.

Jacobin’in tweet’inin basit öncülü bu radikal sonuçta saklıdır. Bu sonucu kabul etmek ona bağlı olanları zenginliğin gerçekte nasıl yaratıldığı hakkında ciddî olarak düşünme sorumluluğundan kurtarmaktadır. Kamu politikasında veya kurumlardaki değişiklikler tarafından gerçekleştirilen müşevviklerdeki değişimler üzerinde düşünmek için çaba göstermeye artık hiç gerek yoktur. Müşfik kişiye yapması için kalan tek şey gelir ve zenginlikteki farklılıkları dramatize etmektir. 

Elbette zenginliğin sosyal olarak yaratıldığı bir anlamda ihtilafsızdır, ama bu Marx, Jacobin veya Piketty’nin kastettiklerinin tam karşıtı anlamdadır: Eğer işbirliği yaparsak, daha spesifik olarak, eğer üretken işlerimizde uzmanlaşır ve sonra emeğimizin semerelerini diğer bireylerin emeğinin gönüllü olarak teklif edilen ürünleriyle mübadele edersek daha fazla ve daha iyi çıktılar üretebiliriz. Bu işbirliği çabasına katılan insanların sayısı arttıkça yaratılan kişi başına zenginliğin miktarı da daha büyük olacaktır. Geniş bir uzmanlaşma ve mübadele sistemi her bir bireyin kendi başına üretebileceğinden çok daha fazla tüketmesine imkân verir. Modern toplumda herkes ve her bir kişi günlük olarak sayısız -bazı durumlarda milyarlarca– bireyin çabası, yaratıcılığı ve işbirliği tarafından üretilen mal ve hizmetler tüketir.

Bununla beraber, bu üretken sosyal işbirliğinin ortaya çıkması ve devam etmesi için her bir kişinin diğer insanlara en iyi nasıl yardım edebileceği ve böyle yapmaya teşvik edilmesinin doğru yolunun ne olduğu hakkında doğru şekilde bilgilendirilmesi gerekir. Bu bilgi ve bu müşevvikler fiyatlar, ücretler ve serbest piyasada doğan ve piyasa şartlarına göre değişen diğer işaretlerden gelir. Zenginliğin sosyal üretiminin bu anlaşılışı bu piyasa sinyallerinin önemini ve onlara müdahale etmenin tehlikesini açıklığa kavuşturur. Bu anlayış aynı zamanda zenginliğin beşerî kurumlardan, beşerî eylemden ve insan eylemini yönlendiren müşevvikler ve kısıtlardan bağımsız olarak toplumsal güçler tarafından yaratıldığı yolundaki mistik anlayışı ciddiye almayı da imkânsızlaştırır.

Asıl önemli olan, bu müşevvikler ve kısıtların marjinde var olduklarıdır. Bu demektir ki: Biz hepimiz içinde sayısız yabancının hemen hemen hiçbiri bireysel kontrolümüz altında olmayan çok farklı şeyler yaptığı dünya çapındaki geniş bir ekonominin parçası olmamıza rağmen, zilyonlarca gündelik kararın her biri, her bir kişinin her bir karar anında karşılaştığı duruma özgü bilgiye, kısıtlar ve beklenen yararlara bağlıdır. Bir piyasa ekonomisinde her bir birey kendi karar ve eylemleri üzerinde anlamlı bir kontrol kullanabilir ve kullanır. Eğer her bir kişinin sahip olduğu bilgi makul ölçüde kesin ise, eğer her bir kişi başkalarının karar-verme süreçlerine müdahaleden uygun biçimde menedilirse ve eğer her bir kişi özgürse, bu kısıtlar dahilinde kendisi için en iyi olduğuna inandığı eylem tarzlarını seçmek için her bir kişi -başkalarının eylemleriyle birleştiği zaman- zenginliğin kütlesel üretimine katkı yapacak şekilde hareket edecektir.

Zenginlik yaratmanın bu piyasacı sistemi zenginlik üretmek için hepsi işbirliği yapan sayısız yabancıyla ilgili olması anlamında ‘’sosyal’’ olmakla beraber, o ancak bireylerin her biri zenginlik yaratılmasına katkı yapacak tarzda tercihler yapar ve hareket ederse işler. Ve bireyler genellikle ancak onların her birinin bireyler olarak karşılaştığı müşevvikler onları öyle hareket etmeye teşvik ederse, bu tarzda tercih yapar ve eyleme geçerler.

Jacobin, Marxistler, Piketty ve çoğu ‘’ilerici’’ sadece ‘’ekonomi’’ye bakar ve onun gözlediğimiz bütün zenginliği üreten, kendi iradesi bulunan temel organizma olduğunu, dolayısıyla ‘’ekonomi’’nin yatırımcılara, işçilere ve tüketicilere kendi iradesini dayattığını varsayarlar. Fakat onlar bunda son derece yanılgı içindedirler. Herhangi bir ekonomide temel karar-verici varlıklar bireylerdir. Üretilen zenginliği çok veya az olması zenginliğin üretimine götürecek şekilde tercih yapmaya ve hareket etmeye teşvik edilen bireylerin ne kadar çok veya ne kadar az olduğuna bağlıdır. Birleşik Devletler, İsveç ve Singapur gibi ülkelerde ‘’sosyal olarak yaratılan’’ zenginliğin niçin Küba, Venezuela ve Malawi gibi ülkelerde ‘’sosyal olarak yaratılan’’ zenginlikten kat kat daha büyük olmasının her şeyden önce bir nedeni vardır. (https://thedailyeconomy.org/article/what-marx-jacobin-and-piketty-fail-to-understand-about-wealth-creation/, November 4, 2024)

*Jacobin ABD’de yayımlanan sosyalist bir dergidir.

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir