Bizim gençliğimizde, kabaca 70’li yıllarda yani, milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin siyasî hedeflerinin ve sloganlarının merkezinde ‘’antikomünizm’’ yer alıyordu. Bir kişi veya grubu ‘’komünist’’ olarak yaftaladınız mı bütün sağcılar başkaca bir kanıt aramaksızın o kişi veya gruba kategorik olarak düşman olurdu. Solda ise aynı işlevi ‘’emperyalist’’ ve ‘’faşist’’ suçlamaları görürdü ve solcuların gözünde de emperyalizm aşağı yukarı ‘’kapitalizm’’le aynı şeydi.
Gel gör ki, hepsi de tanımı gereği anti-kapitalist olan Rusya başta olmak üzere, Orta ve Doğu Avrupa’daki planlı komuta ekonomileriyle maruf totaliter sosyalist sistemlerin 80’lerin sonunda çökmesi solda kısa süren bir kafa karışıklığına yol açtıysa da, bu kesimin kapitalizm veya piyasa ekonomisi karşıtlığında daha sonraki dönemde de pek bir değişme olmadı. Günümüzde halâ solun başlıca günah keçisi kapitalizm ve ‘’neoliberalizm’’dir.
Belki daha da önemli olarak, her ne kadar solcular onları da ‘’neoliberal’’ kamp içinde veya onun müttefiki saysalar da, bugün muhafazakârların da çoğu kapitalizm ve neoliberalizm karşıtlığında solla hemfikirdir. Aslına bakılırsa günümüzde kapitalizm karşıtlığı neredeyse toplumumuzun büyük kısmında en yerleşik olan politik-ideolojik bir duruş veya psikolojik bir temayüldür.
Peki nedir kapitalizm?… Kapitalizm özel mülkiyete ve gönüllü mal ve hizmet mübadelesine dayanan ekonomik sistemin adıdır. Bu sistemde üretim araçları özel kişilerin elindedir ve bu varlıkların üretim sürecinde ne şekilde kullanılacakları onların sahiplerinin yaptıkları tercihlerle belirlenir. Kapitalizmde ekonomik faaliyet esas olarak piyasa odaklıdır, yani bir serbest mübadele sisteminde tüketiciler ve üreticilerin tercihleri tarafından belirlenir. (Stephen Davies, ‘’Capitalism’’, Encyclopedia of Libertarianism)
Kapitalizmin merkezinde, gönüllü insanî etkileşimlere dayanan adem-i merkeziyetçi bir refah üretimi mekanizması olan piyasa ekonomisi yatmaktadır. Piyasa mekanizması ‘’yüksek iktisadî büyümeye ve genel iktisadî ilerlemeye katkıda bulunma kabiliyeti’’ ile temayüz etmiştir. Daha da önemlisi, piyasa ilişkilerinin özünü oluşturan mübadele özgürlüğü ‘’insanların toplum halinde yaşamalarının ve (…) birbirleriyle serbestçe etkileşimde bulunmalarının olağan bir parçasıdır’’ ve temel özgürlükler arasında yer alır. Onun için, ‘’genel olarak piyasalara karşı olmak neredeyse genel olarak insanlar arasındaki iletişimlere karşı olmak kadar tuhaf’’tır (Amartya Sen, ‘’Development as Freedom’’, 1999).
Birçok kimseye şaşırtıcı gelecek olsa da, liberteryen filozof Robet Nozick’e (1938-2002) katılarak diyebilirim ki, kapitalizm karşıtlığında hiçbir kesim ‘’aydınlar’’la yarışamaz. Hatta solda konuşlanmış olanları söz konusu olduğunda, çoğu aydının kapitalizm karşısındaki duruşlarının, karşı olmanın da ötesinde, ‘’nefret’’ düzeyinde olduğu bile söylenebilir.
Nozick aydınların kapitalizme karşı olmalarının nedenini ‘’Why Do Intellectuals Oppose Capitalism?’’ (1998) adlı denemesinde şöyle açıklamaktadır: Aydınlar, sahip oldukları entelektüel (sözsel ve yazılı) becerileri nedeniyle, toplumda en fazla değer verilen, en fazla saygı gören ve en büyük ödülleri hak eden kişilerin kendileri olduğunu düşünürler. Oysa kapitalist toplum onların bu istisnaî beklentilerini karşılamamakta, bu ‘’en değerli ve en yüksek liyakate sahip’’ olan insanları değer ve liyakatlerine göre ‘’hak ettikleri’’ şekilde ödüllendirmemektedir. Bu durum da aydınların kapitalist topluma gücenmelerine yol açmaktadır.
Kapitalist toplum, üstünlük duygusuna sahip olan aydınların umduğunun aksine, ödülleri ‘’herkese liyakatine veya değerine göre‘’ dağıtmaz. Özgür bir toplumda ödüller, esas olarak, piyasada başkalarının taleplerini karşılayanlara ve sunulan mal veya hizmetin ne miktarda talep edildiğine bağlı olarak dağılır.
Nozick, aydınların bu üstünlük duygusunun esas kaynağının modern okul sistemi olduğunu ileri sürmektedir. Şöyle ki: Kitabî bilginin önemi gitgide arttıkça okullaşma yaygınlaşır, yani gençlerin sınıflarda kitabî bilgiye dayanan toplu eğitimi öne çıkar. Bugün okullar gençlerin tutum ve davranışlarını şekillendiren aileden sonraki ana kurumdur; sonraki yıllarda ‘’aydın’’ veya ‘’entelektüel’’ olacak olanların hemen hemen tamamı okullardan geçmiştir. Müstakbel aydınlar orada başarılı olmuş, başkalarına kıyasla üstün sayılarak takdir edilmiş, ödüllendirilmiş, öğretmenin gözdeleri olmuşlardır. Okul onlara daha iyi olduklarını söylemiş ve bunu göstermiştir.
Okullarda öğrenciler entelektüel liyakate göre ödüllendirme ilkesini içselleştirmişlerdir. Ödül, öğretmenin tebessümü ve en yüksek notlar zihinsel yeteneğiyle öne çıkanlara gitmiştir. Geleceğin aydınları okullarda başkalarına kıyasla kendilerinin daha büyük değere sahip olduklarını ve bu yüksek değerin onlara nasıl daha büyük ödüller hak ettirdiğini öğrenmişlerdir.
Oysa piyasa toplumunda en büyük ödüller zorunlu olarak kitabî bilgileri ve sözsel becerileri en parlak olanlara gitmez, orada en yüksek değer ille de entelektüel becerileri üstün olanlara verilmez. Piyasa toplumunda ödüller kişisel değere göre değil ekonomik katkıya göredir; insanlar başkalarının piyasa ilişkileri aracılığıyla ifade ettikleri isteklerine hizmet ettikleri sürece ve hizmet ettikleri ölçüde ödüllendirilirler.
Bu durumda, okulda en değerli olduklarını ve ödülü en fazla kendilerinin hak ettiklerini öğrenmiş olan aydınlar, entelektüel üstünlükleri sayesinde ‘’hakları olduğu’’nu düşündükleri şeylerden veya ‘’adil hakedişleri’’nden kendilerini yoksun bırakan kapitalist topluma nasıl içerlemesinlerdi ki?…
Üstelik, okulda öğrenciyken zihinsel yetenekleriyle temayüz etmiş ve kişisel değerleriyle mütenasip olarak en büyük ödülleri hak ettikleri mesajını önceden almış olan öğrenciler, sonraki yıllarda daha az yetenekli olduklarını bildikleri başka bazı öğrencilerin toplumda daha yüksek mevkilere geldiklerini ve ‘’kendilerinin hak ettikleri’’ en önemli ödülleri onların aldıklarını görünce, bu topluma daha da gücenmez, ona kızmazlar mı?…
Aydınların hak ettiklerine inandıkları ödülü piyasa toplumunda elde edemediklerini düşünmelerini açıklama sadedinde Nozick okul sisteminin başka bir özelliğine daha dikkat çekmektedir. Bu özellik, aydınların başarılı oldukları resmî okullar sisteminde ödüllerin merkezî otorite (öğretmen) tarafından dağıtılmasıdır. Bundan dolayı, aydınlara, iyi şeyler ve ödüllerin merkezî olarak örgütlenmiş bir dağıtım mekanizması aracılığıyla dağıtılmasının piyasanın ‘’anarşi ve kaosu’’ndan daha doğru gelmesi şaşırtıcı değildir.
Öyle ya, yetkin ve bilge bir merkezî otoritenin zihinsel kapasiteleri ve kitabî bilgileriyle öne çıkan aydınlara hak ettikleri en yüksek ödülleri vermesi gerekmez mi?… (Diyalog, 24 Mart 2024)