İlkokul öğrenciliği yıllarımda değilse de, orta öğrenimim sırasında çokça duyduğum şöyle bir sloganımsı ifade vardı: ‘’Cumhuriyet fazilete dayanan bir yönetim şeklidir’’ veya kısaca ‘’cumhuriyet fazilettir.’’ Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânının yüzüncü yılı olması itibariyle bu basmakalıp ifade yeniden kamusal söyleme girmek üzere. Sanırım 29 Ekim’e doğru giderken bu ve benzeri ifadeleri daha sık duyacağız.
Cumhuriyet kavramı Cumhuriyet’in ilânının 75. Yılı vesilesiyle 1998 yılında da gündeme gelmişti, ama o zaman daha çok cumhuriyetle demokrasi ilişkisini tartışıyorduk. Beni ‘’Cumhuriyet ile Demokrasi Arasında Türkiye’’ (Mustafa Erdoğan, Liberal Toplum Liberal Siyaset, 1998, ss. 343-362) başlıklı makaleyi yazmaya sevk eden de bu tartışmalar idi. Ankara’da lise öğrencisi olduğum yıllara tesadüf eden 50. yıl kutlamalarından ise sadece bir öğretmenimizin bizi Tandoğan’da açılan ‘’Sanayi Sergisi’’ne götürmesi aklımda kalmış.
Bugünlerde sosyal medyada ‘’Cumhuriyet fazilettir’’ sloganı etrafında gruplar oluşturup cumhuriyetçi his ve heyecanlarını propaganda vari bir üslupla paylaşanlara da rastlıyorum. Çoğu, başta ‘’cumhuriyet fazilettir’’ mottosu olmak üzere, atıfta bulunduğu kavramların anlamı ve tarihsel arka planı hakkında asgarî düzeyde bilgiden yoksun olan, amatörce veya yalan-yanlış paylaşımlar yapan kişilerin oluşturduğu gruplar bunlar. En yaygın olanı da, ‘’cumhuriyet’’in iyi ve güzel olduğunu düşündükleri her şeyi içeren bir siyasî sistem olduğuna ilişkin hüsnükuruntuları…
Sadede gelirsek: Cumhuriyeti erdem veya faziletle özdeşleştiren düşüncelerin kaynağı 18. yüzyıl Fransız hukukçu ve sosyal teorisyen Montesquieu’dür. Ünlü Kanunların Ruhu (1748) adlı eserinde Montesquieu üç tür hükûmet şeklinin var olduğunu yazar: bir bütün olarak halkın veya halkın bir kısmının egemen iktidara sahip olduğu cumhuriyet, yalnızca bir kişinin sabit ve yerleşik yasalara dayanarak yönettiği monarşi, sadece bir kişinin yasa ve kural tanımadan kendi keyfince yönettiği despotizm. (Bu tasnifte, bir alt tür olarak ‘’demokrasi’’ egemenliğin halkın tamamına ait olduğu cumhuriyet türünü ifade etmektedir).
Montesquieu’ya göre, bu hükümet biçimlerinin her birinin yön gösterici prensibi de farklıdır: cumhuriyetin ilkesi erdem, monarşininki şeref (onur), despotizminki ise korkudur. Fakat Montesquieu cumhuriyetin ilkesi olarak erdemden söz ettiğinde kastettiği, bireylerin özel ahlâkî bir vasfı olarak fazilet değil, bir tür kamusal erdem olarak vatan sevgisi veya yurtseverlik ile eşit yurttaşlığa bağlılıktır.
Aslına bakılırsa, cumhuriyet kavramlaştırmalarında baskın olan bu kamusal erdem düşüncesi büyük ölçüde kadim Yunan şehir devletlerinde (polis) hâkim olan bir telâkkiden kaynaklanmıştır. Tipik örneğini (veya asıl ilham kaynağını) ‘’Atina demokrasisi’’nin oluşturduğu bu anlayışta erdem kişinin siyasal hayata aktif ve sürekli katılımı ve hatta siyasî bütünle özdeşleşmesi anlamına geliyordu. Bu rejimde erdemli yurttaştan bağımsız bir ahlâkî veya ‘’iyi insan’’ düşüncesi yoktu; orada iyi insanla erdemli yurttaş aynı anlama geliyordu.
Ayrıca, ‘’Atina demokrasisi’’nde -ve diğer şehir yönetimlerinde- ne ‘’özel alan’’, ne de ‘’hak sahibi birey’’ fikrine yer vardı; insanlar ancak kamusal kişilikleri ve rolleriyle var olabiliyorlardı. Bu arada, kişileri erdemli hale getirmek te devletin, daha doğrusu siyasî toplumun bir görevi sayılıyordu. Kısaca antik toplumun erdem anlayışı, aşağı yukarı, kişinin kendisini kolektif bütüne feda etmesi veya siyasî toplumda yok olması anlamına gelmekteydi.
Böyle bir anlayışın modern toplumda uygulanabilirliği olmadığı açıktır. Çünkü kadim anlayışta, ‘’kamusal ilgi ve çıkarlarla özel olanların dengelenmesi’’ şöyle dursun, modern cumhuriyetçilikte genellikle kabul edildiği gibi, kamusal olan ile ortak iyiliğe özel olan karşısında öncelik tanınması bile yeterli görülmüyor, kişilerin bütün hayatlarını kamusal ilgilerin belirlemesi ve kamusal faaliyetlerin doldurması bekleniyordu. Özel alan ile bireyselliğin tanınmadığı bir yerde aksini beklemek zaten makul olmazdı.
Onun için, 19. yüzyıl başlarında Benjamin Constant’ın göstermiş ve bilâhare daha sonraki klasik liberal düşünürlerin (bu arada, büyük demokrasi teorisyeni Giovanni Sartori’nin) dikkat çekmiş oldukları gibi, özel alanı ve temel birey haklarını tanımayan böyle bir erdem anlayışı günümüz şartlarında totaliter yönetim reçetesi gibi bir şeydir.
Sözün kısası, nasıl bir siyasî rejimde yaşayacağımızı ‘’cumhuriyetin fazileti’’ni kılavuz edinerek belirlemek iddiası, hem ‘’cumhuriyet’’i hem de ‘’fazilet’’i günümüzün özel alan ve insan onurunda temellenen vazgeçilmez bireysel haklar anlayışıyla bağdaşacak şekilde yeniden tanımlamadıkça, sadece anlamsız değil, aynı zamanda tehlikeli de olan bir iddiadır. Özellikle de, bizim Cumhuriyetimizin hiç te yüz ağartıcı olmayan yüz yıllık pratiği göz önüne alındığında… (Diyalog, 10 Eylül 2023)