Bir yıl kadar önce bu gazetede yayımlanan ‘’Anayasal Yenilenme İçin Zihniyet Değişimi’’ (24 Temmuz 2022) başlıklı yazımda, bu yönde samimi bir niyetin var olması şartıyla, ülkemizde liberal anayasacılığın başarı şansının, önemli ölçüde, siyasî-idarî kadrolar dahil olmak üzere genel olarak toplumda köklü bir zihniyet değişiminin gerçekleşmesine bağlı olduğunu yazmıştım. Türkiye’de siyasete ve devlet-toplum ilişkilerine bakışla ilgili ‘’devletçi zihniyet’’ hakimiyetini koruduğu sürece teknik olarak kusursuz bir ‘’anayasal mühendisliğin’’ bile başarı şansının az olduğuna dikkat çekmiştim.
Aslına bakılırsa, bu anayasa meselesiyle ilgili olarak başka bir zihniyet veya bakış açısı sorunumuz daha var: Bugün geriye dönüp baktığımda, bizim problemimizin tam da bu meseleyi bir ‘’anayasa mühendisliği’’ konusu olarak veya ondan ibaret bir sorun olarak görmemizden kaynaklanmaktadır. ‘’Geriye dönüp bakmak’’tan söz ederken de sadece bu konunun siyasî gündemimizden hiç düşmediği son kırk yıla değil, bütün bir siyasî modernleşme (‘’anayasacılık’’) tarihimize, özellikle de Cumhuriyet tarihine atıfta bulunuyorum.
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Erken Cumhuriyet döneminde Türkiye’de anayasal bir rejimin kurulamamış olmasının esas nedeni, toplumda olduğu kadar ‘’devlet seçkinleri’’nde de bu yönde sahici bir iradenin var olmaması idi. Ne var ki, çok-partili siyasete geçtikten sonraki anayasallaşma girişimlerimizin de başarısı sınırlı olmuştur. Bu başarısızlığın arkasında, söz konusu yazıda işaret etmiş olduğum ‘’devletçi’’ zihniyetin bütün bir toplumda hâkim olması yanında, Türkiye’nin devlet seçkinleri ile siyasî seçkinlerini etkisi altına almış olan rasyonalist-mühendislikçi bakışın dar görüşlülüğü de yatmaktadır.
F. A. Hayek’in ‘’kurucu akılcılılık’’ dediği bu bakış, anayasa meselesini birtakım soyut akılcı doğruların ‘’anayasa’’ adlı kompakt bir metne geçirilerek onlara resmî bağlayıcılık kazandırılmasından ibaret görmektedir. Daha açık bir anlatımla, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi gibi ilkelerle ilgili evrensel formülleri resmî anayasaya yazmanın anayasal-demokratik bir devleti garanti edeceği umulmaktadır.
Oysa, bu gerçekçi olmayan bir beklentidir; kâğıt üzerinde ‘’kusursuz’’ bir anayasa yapmanın ve bu yolla birtakım akılcı doğrulara hukukî bağlayıcılık kazandırmanın, eğer bu doğrular toplumsal-kültürel temellerden yoksunsa, fazla başarı şansı yoktur. Böyle bir kültürel zeminde en başarılı anayasa mühendisliğinin bile istenen sonuçları vermesi zayıf bir ihtimaldir.
Liberal-demokratik bir rejimi amaçlayan anayasaların başarılı olma şansı, onların böyle bir rejim için evrensel olarak zorunlu olan ama o toplumun kültüründe dayanakları bulunmayan değer ve ideallere resmî bağlayıcılık kazandırmalarında değil, bu değer ve ideallerin toplumun siyasî ve kültürel geleneğinde zaten yerleşik olmalarındadır. Başka bir deyişle, toplumsal temeli olmayan değer ve idealler anayasa mühendisliği yoluyla inşa edilemez; anayasa toplumun kültüründe yerleşik olan veya dayanakları bulunan değer ve idealleri sadece temsil eden bir siyasî-hukukî pakt olabilir. Anayasaların başarısı, önemli ölçüde, onların bu anlamda ‘’beyan edici/gösterici’’ metinler olmalarına bağlıdır, ‘’inşaî’’ metinler değil.
Esasen, anayasalar sırf hukukî geçerlilik ve bağlayıcılığa değil, hayatiyetlerinin devamı için zorunlu olan moral bağlayıcılığa da ancak bu şekilde sahip olurlar. Söz gelişi, ABD’de Anayasanın yurttaşlar nazarında bir tür ‘’siyasî amentü’’ hüviyetini haiz olması, yani hayli yüksek bir saygınlığa ve moral otoriteye sahip olması, onun önemli ölçüde Amerikan toplumunun değer ve ideallerini temsil ediyor olmasından ileri gelmektedir.
Şu halde, eğer yaptığınız ‘’mükemmel’’ anayasanın vazettiği ilkelerin yurttaşların aklında ve vicdanında karşılıkları yoksa, o anayasanın, amaçladığı (varsayılan) rejimi başlangıçta kurmuş olsa bile, onu idame ettirmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle, anayasacılık ideallerinin bir toplumun ve onun siyasî seçkinlerinin kültüründe yeterince karşılığı yoksa, sırf anayasaya yazmakla onlara siyasî gerçeklik kazandıramazsınız. Türkiye’nin yaklaşık yüz elli yıllık anayasacılık girişiminin başarısızlığının ana nedeni budur.
Ancak belirtmeliyim ki, bunları söylerken anayasaların eğitici rolü olabileceğini inkâr etmiyorum. Kimi anayasacı düşünürlerin yazmış oldukları gibi; doğru ilkelere dayanması şartıyla, anayasalar yapıldıkları tarihte toplumun kültüründe yeterli dayanakları olmasa bile, tutarlı olarak uygulanmaları halinde bu ilke ve değerlerin toplumda gelişmesine katkı yapabilirler. Şu var ki, iyi bir anayasanın dahi eğitici rolü hem sınırlıdır, hem de ancak uzun vadede kendisini gösterir.
Kısaca, Türkiye’nin son bir buçuk asırlık anayasacılık girişiminin başarısız olmasına şaşırmamalıyız. Çünkü anayasa yapımı bir mühendislik meselesinden ibaret değildir. Evet, anayasayı mümkün olduğunca doğru değerlerden hareketle ve ‘‘kusursuz’’ yapalım ama eğer hayal kırıklığına uğramak istemiyorsak ona fazla da ümit bağlamayalım. (Diyalog, 9 Temmuz 2023)