Türkiye siyaseti yaklaşık on yıldır birbirini takip eden uğursuz ‘’yolsuzluk patlamaları’’ serisi içinde bocalıyor. Bugünlerde bu serinin yeni bir halkasını yaşıyoruz. Bildiğim kadarıyla, daha önce hiç bu kadar yaygın, yoğun ve istikrarlı bir yolsuzluk sürecine tanık olmamıştık.
Siyasî yozlaşma ve daha özel olarak ta yolsuzluk elbette Türkiye için bilinmedik bir şey değil ama AKP iktidarında yolsuzluğun adeta patlama yapması özel olarak üzerinde durulması gereken bir durum. Özellikle de, bu durumun –yasaklar ve yoksulluk yanında- yolsuzluklara da son verme ve ‘’temiz siyaset’’ getirme vaadiyle iktidara gelmiş olan bir partinin iktidarında ortaya çıkmış olduğu hatırlanırsa…
AKP tarzı yozlaşma ve yolsuzluğun ortaya çıkmasını kolaylaştıran nedenler arasında kanaatimce şu üçü öne çıkmaktadır: sadakat, haklılık duygusu, güç ve zenginliğe duyulan açlık.
İlk olarak, AKP bürokratları epey bit zamandır ‘’Reise sadık olduğumuz sürece bize kimse bir şey yapamaz’’ diye düşünüyorlar. Rahmetli Burhan Kuzu adeta itiraf etmişti: ‘’Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde…’’ Evet, AKP aşağı yukarı 2014 başlarından itibaren devletin kontrolünü tamamen ele geçirmiş olduğu ve 2017 Anayasa revizyonundan sonra ise sistem tam bir tek-adam rejimi hüviyeti kazandığı için, Türkiye’de devlet idaresi ve kamu yönetimi artık anayasa ve hukuka değil, Reis’in talimatlarına göre cereyan etmektedir. Dolayısıyla, eğer aksini gösteren özel bir neden yoksa, sadık olduğu sürece, yolsuzluk yapanın gerek siyasî-idarî gerekse cezaî bir müeyyideye maruz kalacağından endişe etmesi için bir neden yoktur.
AKP’lilerin yolsuzluk yapmalarını kolaylaştıran başka bir etken, dinî dünya görüşlerinden kaynaklanan sahip oldukları haklılık duygusuna ve hakikati temsil imtiyazına sahip olduklarını düşünmeleridir. Pek çok AKP’li ‘’biz doğruyu, sırat-ı müstakimi temsil ediyoruz, onun için otomatik olarak haklıyız’’ diye düşünmekte ve ona göre hareket etmektedir. Başka bir ifadeyle, bu haklılık duygusu onlar bakımından adeta ‘’doğru amaçlar’’ için serbestçe –yani, herhangi bir kayıtla bağlı olmaksızın- hareket etme konusunda genel bir ruhsat işlevi görmektedir.
Malum, AKP’li bir siyasetçi veya bürokrat ‘’dava adamı’’ dır, haklı davanın adamı… Bu duygu zaman zaman onları -‘’kutlu dava’’nın en yüksek temsilcisi olduğuna inandıkları- Reis dışında herhangi bir kişi veya makama –bu arada halka da- hesap vermek zorunda olmadıkları düşüncesine götürmektedir. Reis’in kendisi de zaten ‘’sadece Allah’a’’ hesap verecektir!
AKP döneminde yolsuzluğun adeta patlaması partililerin genellikle siyasî olarak dışlanmış ve sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı bir toplumsal kesimden geliyor olmalarıyla da ilgili olsa gerektir. Başka bir deyişle, AKP’in gerek tabanı gerekse yönetim kadroları, büyük kısmı itibariyle, hem iktisadî hem de siyasî anlamda güç açlığı çekmekteydi. Bu iki yönlü dışlanmışlık önceleri onlarda güçlü bir mağduriyet hissi yaratırken, partinin iktidar süresi uzadıkça ve devlet parti tarafından tamamen kontrol altına alındıkça bir kendini beğenmişliğe ve üstünlük duygusuna dönüştü. AKP yönetiminin kural tanımazlığının arkasında bu duygu da vardır.
Bu şekilde zamanla üstünlük duygusuna dönüşen başlangıçtaki dışlanmışlık ve yoksunluğun yöneten kadrolardaki daha önce işaret ettiğim haklılık duygusuyla birleşmesinin kamusal ahlâk bakımından ne kadar büyük bir tehlike yaratabileceğini –ve yarattığını- artık hepimiz anlamış olmalıyız.
Bununla beraber, baştan beri işaret ettiğim ‘’objektif’’ faktörler AKP döneminde yaşadığımız emsali görülmemiş cesamet ve yaygınlıktaki yozlaşma ve yolsuzluk örneklerinin siyasî-idarî düzeyde görev yapanların kişisel karakterleri ve ahlâkî seciyeleriyle hiç ilgisinin olmadığı anlamına elbette gelmiyor. Açgözlülük, iktidar hırsı, kamu kaynaklarını gasp etme veya toplumun geneline karşı onlardan kendini ve yakınlarını yararlandırma gibi tutumlar elbette bunları yapanların bilinçli eylemleridir.
Onun için, yukarıda işaret ettiğim diğer etkenler bunları yapanları ahlâkî ve siyasî sorumluluktan tabiî ki kurtarmaz, kurtaramaz. Yolsuzluğun failleri ahlâk ve adalet duygusu yokluğunun, karakter zaafının ve utanma hissini yitirmiş olmanın yol açtığı kötülüklerle yüzleşmek ve bunların hesabını siyasî ve hukukî olarak vermek zorundadırlar. (Diyalog, 4 Eylül 2022)