Türkiye siyasetinde geçen haftanın belki de en önemli olayı, Türkiye’nin OECD’nin bünyesinde yer alan Malî Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından ‘’gri liste’’ye alınması oldu. FATF bu kararın gerekçesini, daha önce yapılan uyarılara rağmen Türkiye’nin kara para aklama faaliyetlerini önlemek için tavsiye edilen tedbirleri almaması olarak açıkladı. Türkiye kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede, FATF’nin diplomatik nezaket gereği kullandığı ifadeyle, ‘’başarılı olamamış’’.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye ‘’gri liste’’ benzeri bir durumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala hakkındaki kararlarının gereğini yerine getirmemekte direndiği için hakkında Sözleşme’nin ‘’ihlâl prosedürü’’nün başlatılmasının eşiğine gelmiş olmasında da yaşamıştır, yaşamaya devam etmektedir.
FATF’nin ‘’gri liste’’sine girmenin pratikte ne anlama geldiğini İYİ Parti Genel Başkanı Akşener gayet açık sözlü bir şekilde dile getirdi: ‘’Türkiye’de gerçekten para aklanıyor mu? Evet maalesef aklanıyor hem de bizzat devlet eliyle aklanıyor. Bu ucube sistemde iktidar diyor ki, ‘Uyuşturucu mu satıyorsun? Getir paranı. Türkiye’den para mı kaçırdın? Getir paranı. Yüzde 1 komisyonla paranı da seni de aklıyorum’ diyor.’’
Aşağı yukarı 2013’ten buyana tek bir kişinin adım adım bütün devlet mekanizmasının kontrolünü eline almasıyla birlikte siyasî ve idarî yönetimde şeffaflık ve hesap verirliğin büsbütün ortadan kalktığı ve siyasî yozlaşmanın her türlüsünün vak’a-yı adiye halini aldığı bir ülkede bu duruma şaşırmamak gerek. Evet, siyasî yozlaşma her zaman Türkiye siyasetinin bir özelliği olmuştur, ama bu hastalık hiç bir zaman AKP iktidarının son dönemindeki kadar ‘’peak’’ yapmamıştı.
Peki, kara paranın aklanmasının önlenmesi için ne tür tedbirler alınması gerektiği hususunda FATF’nin yol göstermesine ve somut düzenleme tavsiyelerinde bulunmasına rağmen, AKP iktidarı bu işte nasıl –yine FATF’nin ifadesiyle- ‘’başarılı olamamış’’ veya ‘’başarılı olamama’’yı nasıl başarmış? Çünkü, bu hükûmet FATF’nin kara paranın aklanmasını önleyici düzenleme yapma tavsiyesini ciddiye almak yerine, onu ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yok etme ve sivil toplum örgütlerini baskı altına almak amaçlı yasal düzenleme yapmak için bahane olarak kullanmış.
Bir gazetecinin ifadesiyle, AKP-MHP bloku sözde kara paranın aklanmasını önlemek için, yasal düzenleme marifetiyle ‘’kayyım uygulamasının STK’lara da uzanacak şekilde genişletilmesi’’ yoluna gitmiş. Böylece, “terör suçlamasıyla dernek yöneticilerinin İçişleri Bakanınca görevden alınıp yerine kayyım atanması, derneğin faaliyetine son verilmesi, malvarlığına ve topladığı yardımlara el koyma yolunun açılması’’ sağlanmış olmaktadır. (Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya, 28 Ekim)
Ayrıca, siyasî iktidar bu düzenlemeyi yaparken, FATF’nin ‘’siyasî olarak göz önünde olan kişiler’’in malvarlıklarındaki değişmelerin izlenmesi şeklindeki öncelikli tavsiyesini de, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, büsbütün göz ardı etmiş. Bütün bunların yurt dışına malvarlığı kaçırma haberlerinin ayyuka çıkmasından sonra meydana gelmesindeki ironiyi de bu arada kayda geçirmek gerekiyor.
Türkiye’nin Malî Eylem Görev Gücü tarafından ‘’gri liste’’ye alınmasının elbette önemli sonuçları olacaktır. En başta, vurdumduymaz siyasî sorumlularımız bu işin burada biteceğini sanıyorlarsa, hata ediyorlar. Çünkü ‘’gri liste’’ye alınmakla bu mesele kapanmış olmuyor; aksine bu Türkiye’nin kara para trafiğiyle ilgisinin artık FATF ve diğer uluslararası çevrelerce daha sıkı izleneceği anlamına geliyor.
Ayrıca, eğer çok gecikmeden FATF’nin önerileri doğrultusunda düzenleme yapılmaz ve tedbir alınmazsa, ‘’gri liste’’ye girmenin sembolize ettiği kirlenmişlik imajı medenî dünyayı Türkiye’ye kuşkuyla bakmaya, bu arada o dünyanın girişimcilerini ve iş insanlarını da Türkiye’den uzak durmaya sevk edecek, bu da büyük ihtimalle Türkiye’nin zaten kötü durumda olan ekonomisini daha da zora sokacaktır. Bu durum ayrıca önümüzdeki dönemde Batı dünyasıyla diplomatik ilişkilerinde de Türkiye’ye sorunlar çıkarabilir.
Son olarak, Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğünden sonra şimdi de şeffaf ve temiz yönetim bakımından medenî dünyanın çok uzağına düştüğünün uluslararası düzeyde tespit ve tescil olunduğu anlamına gelen ‘’gri liste’’ mahkûmiyeti, yöneticilerimiz için bir şey diyemem ama, Türkiye’nin sade yurttaşları olan bizler için kolayca hazmedilebilecek bir şey değildir. . Bunun utancı Türkiye’nin siyasî-idarî yetkililerinin yüzünü kızartmasa da, bu kirlenmişliğin bu işte suçu olmayan biz sivillerin üzerine sıçramasından kendimizi nasıl koruyacağız?… (Diyalog, 30 Ekim 2021)