Yakın gelecekte Türkiye siyasetinin nasıl seyredeceğini anlamak için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Millet Meclisi’nin açılış oturumunda yaptığı konuşmaya bakmakta yarar var. Hamaset kısmını bir yana bırakırsak, bu konuşmada öne çıkan üç önemli başlık şunlar : ‘’yeni anayasa’’, Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu.
Cumhurbaşkanı ‘’yeni anayasa’’ konusunu partisinin ünlü ‘’2023 vizyonu’’ (bu arada, bir de 2053 vizyonu çıktı !) çerçevesinde ortaya koyuyor : ‘’Yeni anayasa milletimize verebileceğimiz en güzel 2023 hediyesi olacaktr.’’ Daha önceki açıklamalarında olduğu gibi, Erdoğan muhtemel bir ‘’yeni anayasa’’yı TBMM’de temsil edilen bütün siyasî partilerin katılımıyla gerçekleştirilecek ortak bir eser olarak değil de, iktidar cenahının millete tek taraflı bir ‘’hediyesi’’ olarak tasarlamaktadır. Bu demektir ki, ‘’yeni anayasa’’ adı altında, 2017’de olduğu gibi, ‘’biz yaptık, oldu’’ usulüyle kotarılan partizan bir mamul ortaya koymak istiyorlar. Şu var ki, AKP’nin MHP’yle birlikte bile yasama organında bunun için yeterli çoğunluğa sahip olmadığı gerçeği karşısında, iktidar blokunun yürürlükteki anayasal hükümler çerçevesinde bunu yapması mümkün değildir. O zaman insan merak ediyor, ‘’Bunlar gerçekte ne planlıyorlar ?’’diye.
Erdoğan’ın Kürt sorunuyla ilgili sözleri ise daha da hayret verici. ‘’Kürt sorunu denilen meseleyi hak ve özgürlüklerden kalkınmaya kadar tüm boyutlarıyla çözdük’’ diyor. Sorun çözülmüş ama yine de iktidarın gündeminde ; bu sefer sorunu ‘’istismar’’ etmek isteyenlerin ‘’maskelerini düşürmek’’ için… Ne var ki, AKP’nin bu ‘’çözülmüş’’ olan sorundan rant elde etmeye olan ihtiyacı devam ediyor. O zaman al sana yeni bir, hatta iki merak konusu daha : (1) Kürt sorununu ‘’istismar’’ edenlerin maskelerini nasıl düşürecekler ? HDP’yi kapatarak mı ? (2) Eğer öyleyse, o zaman önümüzdeki seçim için kendileri bu sorunu nasıl istismar edebilecekler ?… Yoksa, Kürt sorunundan başka bir istismar konusu mu bulacaklar ?
Cumhurbaşkanının konuşması AKP-MHP iktidarının Kıbrıs’ta, Türk toplumunun çıkarlarını ve dünya gerçeklerini gözeten bir çözümden yana olmadığını da teyit etmiştir. Öyle görünüyor ki, KKTC yönetimine ‘’iki devletli çözüm’’ü dayatan Erdoğan-Bahçeli ittifakının önceliği Kıbrıslı Türklerin çıkarları değil, fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘’Akdeniz’deki hak ve menfaatleri’’dir. Daha da kötüsü, halihazırdaki KKTC yönetiminin de buna ikna edilebilmiş olmasıdır. Nitekim, aynı sıralarda ABD’de temaslarda bulunan KKTC Dışişleri Bakanı ‘’iki toplumlu iki bölgeli federasyon modelinden iki devletli çözüm modeline geçişi’’ öngören yeni yaklaşımda kararlı olduklarını açıklamış. Bütün bunların anlamı, kısaca, Kıbrıs Türk toplumunun özgürlük, onur ve refah ümidinin Türkiye ve KKTC yönetimlerinin ortak çabasıyla yok edildiğidir. Başka bir deyişle, Kıbrıs Türkleri dünyadan kopuk bir şekilde Türkiye’nin adeta bir ‘’kapatması’’ olarak özgürlük ve refah yoksunu bir hayata mahkum edildiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclise hitabının en ilginç yanı, Rusya ile ilişkilere hiç temas etmemesidir. Bunun nedeninin, bu ilişkilerin baştan sona problemli olması ve bu arada Erdoğan’ın Putin’le son buluşmasının da Türkiye açısından fiyaskoyla sonuçlanmış olması olduğu tahmin edilebilir. Bu ilişkilerin eşit ortaklık temelinde yürümediğini, ABD’yle ilişkilerde umduğunu bulamamanın da etkisiyle Erdoğan yönetiminin Rusya’nın oldu-bittilerine boyun eğmek zorunda kaldığını gösteren işaretler var. Bu iktidar, Türkiye sanki NATO üyesi değilmiş gibi, S-400 skandalından sonra şimdi de savunma sanayiinde Rusya ile işbirliğini daha da ileri götürmeniyeti ile Türkiye’nin savunmasını Rusya’nın ipoteği altına koymaktadır. Bu arada, Türkiye Suriye’de de, emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz’ün dediği gibi, ‘’terör örgütleri ile Rusya ve Amerika arasında sıkışmış’’ durumdadır.
Türkiye’nin son yıllarda belirginleşen tuhaf alışkanlıkları var : diplomatik olarak birebir temaslarla istediklerini elde edememenin ifade ettiği kayıpları dış politika bakımından etkisiz olan -spektaküler sözlü çıkışlar gibi- iç politika araçlarını kullanarak telâfi edebeileceğini düşünmek. Buna, aslında yapamadığı veya başaramadığı şeyi yapmış veya yapıyormuş izlenimi vermeye dönük tumturaklı sözlerden medet umma siyaseti denebilir. Millî Güvenlik Kurulu’nun Rusya ve Suriye’yi ima ertiği belli olan son ‘’uyarıları’’ da böyle : ‘’Suriye meselesine taraf ve müdahil olan aktörlerin Suriye halkının barış, huzur ve refaha kavuşması hususundaki mesuliyetleri üzerinde durulmuş. Bilhassa sivilleri hedef alan ve istikrara zarar veren eylemlerin, bölgedeki hassas dengeleri bozarak kalıcı ve sürdürülebilir çözüme ulaşılmasını engelleyeceğine işaret edilmiştir.’’
Oysa, ‘’lâfla peynir gemisinin yürümediği’’ni çocuklar bile biliyor. (Diyalog, 3 Ekim 2021)