Geçen ay evinin elektriği kesilen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu AKP iktidarının politikalarını eleştirme sadedinde sözü son zamanların ünlü günah keçisine, ‘’neoliberalizm’’e getirmiş ve şöyle demişti: ‘’
“Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu sistem artık miadını doldurdu. Neoliberalizm artık can çekişiyor. Sıradan insanların öfkesine yenilmek üzere neoliberalizm. İmkânsız görünen düşüncelerin zamanı gelmiştir. Devletler insanların temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Neoliberalizmin sonu gelmiştir.”
Kılıçdaroğlu’nun daha önce de bu türden açıklamalar yaptığını hatırlayanlar olacaktır. Esasen kendi ideolojik pozisyonlarını ‘’sol’’ olarak tanımlayan hiçbir kişi, grup veya parti bu tür bir antiliberalizmden faydalanma kurnazlığından yararlanmadan edemez. Bu neoliberalizm karşıtlığı meselesini iki yıl önceki bir makalemde genişçe ele almıştım. (http://erdoganmustafa.org/gunah-kecisi-olarak-neoliberalizm/). Bu yazıda ise meseleyi Türkiye’nin bugünkü şartlarında bütün muhalif güçleri bir ittifak çatısı altında toplaması beklenen ana muhalefet partisinin nasıl bir strateji izlemesi gerektiği üstünde duracağım.
Ama ondan önce bir noktaya tekrar işaret etmek isterim: Geçen haftaki yazımda CHP’nin kendisine iktidar yolunun açıldığına dair ‘’Devlet’’ içinden (ulusalcı-Avrasyacı kanattan) bir işaret almış olma ihtimaline dikkat çektiğimi hatırlayanlar olacaktır. Erdoğan ailesinin ABD’deki malum vakıflara para transferindeki dahli konusundaki son açıklamaları da Kılıçdaroğlu’nun aynı beklentiyle (veya belki de güvenle) hareket ettiğini düşündürmektedir. Bu bakımdan, ana muhalefet partisi liderinin neoliberalizm karşıtı çıkışlarının yeniden gündeme gelmesini de belki aynı bağlamda düşünmemiz gerekiyor.
Ana konuya dönersek, Kılıçdaroğlu’nun AKP iktidarını eleştirme sadedinde ‘’neoliberalizm’’e yüklenmesi son derece tutarsız bir davranıştır. Çünkü bu, her şeyden önce, bugün bütün bir topluma malî ve sosyal anlamda katlanılmaz maliyetler yükleyen kötü yönetimin; bilgisizlik, becerisizlik ve hatta kötü niyetin sonuçlarından onların gerçek faili olan AKP liderliği ve kadroları yerine hayalî bir özneyi sorumlu tutmak anlamına gelmektedir. Yani, Kılıçdaroğlu bir bakıma Erdoğan yönetimini tezkiye ediyor.
Öte yandan, ‘’neoliberalizm’’ hayalî failini kınamak maliyeti olmayan kolay bir iştir ve sol seçmeni kendi partisinde konsolide etmeye yarayabilir, ama iktidar adayı bir parti için bu hiç te rasyonel bir tutum değildir. İktidara adayı bir partiye uygun düşen ve yakışan ilgisiz özneleri kınama ve karalamalarla vakit geçirmek yerine, toplumsal-siyasal varoluşumuzun hemen hemen her alanında acıyla tecrübe ettiğimiz büyük ve yakıcı sorunları çözmek için ayrıntılı politikalar geliştirmekle meşgul olmaktır. Diğer temel konularda ciddî bir şekilde ve derinlemesine düşünüp, bilgi ve uzmanlığa dayalı politikalar geliştirmekten kaçınarak, bütün meseleyi parlamenterizme geri dönüşten ibaret gören bir yaklaşımla, iktidar olsanız bile Türkiye’yi düzlüğe çıkarmanız mümkün değildir.
Ayrıca, AKP iktidarının aşağı yukarı son on yıldır izlediği politikaların antiliberal karakteri adeta haykırırcasına ortadayken, onları bir şekilde liberalizmle ilişkilendirmek dürüst bir tutum olmadığı gibi, bu tutum Türkiye’nin hiç bir derdine deva olmaz, tam aksine orta ve uzun vadede ülkeyi daha da batağa sürükler. Aslına bakılırsa, AKP tutarlı bir ideoloji partisi değildir, o bir ideolojiyi filan izlemiyor; bugünkü AKP’nin icraatına rehberlik eden, esas olarak, devleti kendi taraftarları lehine yağmalama ihtirasıdır.
Evet, Türkiye’nin gitgide inanılmaz derecede refah kaybına uğraması, yoksullaşması ve toplumun büyük bir kısmının geçim derdine düşmesi AKP’nin liberal veya neoliberal politikalar izlemesinden ileri gelmiyor. Tam aksine, bu büyük sorun iktidarın iktisatta liberal politikalardan uzaklaşmasından, bu alanda aklın ve bilimin gereklerinden ısrarla ve inatla sapmasından ve son yıllarda sınır ötesinde girdiği askerî maceraların maddî (ve insanî) maliyetini bütün bir topluma, özellikle de yoksullara yüklemesinden kaynaklanıyor. Merkez bankasının özerkliğinin yok edilmesinden, faiz karşıtlığı konusundaki akıldışı saplantıdan, yandaş şirketlere devlet kesesinden ihale dağıtılmasından, piyasa dinamiklerinin işlemesine izin verilmemesinden… kaynaklanıyor iktisadî sorunlar.
Sadece iktisatta değil, diğer alanlarda da Türkiye’nin krizinin nedeni AKP iktidarının ‘’neoliberal’’ falan değil, basbayağı antiliberal politikalar izlemesidir. Türkiye krizdedir, çünkü AKP yönetimi kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ile devlet sistemindeki diğer denge ve denetim mekanizmalarını yok etmiş, bu arada bütün bir ülkenin kaderini tek bir kişinin sözüne bağlamıştır. Türkiye krizdedir çünkü iktidar hak, hukuk ve adaleti (hukukun üstünlüğünü) terk etmiş, temel hakları yok mertebesine indirmiş, devlete yönetimine kurallar yerine muktedirin keyfî iradesini hâkim kılmış ve sadakati ehliyet ve liyakatin önüne geçirmiştir.
Evet, CHP’nin (ve siyasî partnerlerinin) eğer gerçekten Türkiye’ye iyilik yapmak istiyorlarsa hayalî düşmanlarla uğraşmayı ve palavracılığı bırakıp artık ülkenin sorunlarına ciddiyetle çözüm bulmaya odaklanmaları gerekiyor. (Diyalog, 29 Mayıs 2022)