Bir devlet ile kriminal bir çete veya mafya gibi ‘’koruma şantajı’’ arasındaki fark nedir? Tek kelimeyle, meşruluktur. Pratikte, bu muğlak kavram [meşruluk], insanların mafyayı -en azından onun davranış tarzını- ahlâkî olarak kabul-edilemez ve yanlış bulmalarına karşılık, kurumsal kompozisyonu, personeli ve yönetme tarzıyla birlikte devleti ahlâkî olarak kabul-edilebilir veya normal gördüklerini düşündürür.
Çoğu devletler kendi meşruluklarının yönetilenlerin rızasına ilişkin Locke’cu nedenlere dayandığını iddia ederlerse de pratikte bu rıza son derece problemlidir; çünkü devletin yerleşik kurumları çerçevesinde yönetilme veya yönetilmeme tercihi yönetilenlere nadiren sunulur. Rejimler yönetenlerin meşru faaliyetler yapan meşru otoriteler oldukları fikrini halka aşılamak için resmî eğitimi, propagandayı, (devletin kendi mahkemelerinin verdikleri) yargısal kararları, seçimleri, kamusal oturumları ve diğer hileleri kullanırlar. Bu meşrulaştırma çabalarının hepsi değilse de çoğu, eğer sahtekârca değilse, son derece kuşkuludur ve bunların hiçbiri insanların kendilerine hükmedenlerin yapmakta oldukları tarzda yönetilmeye rızaları olduğunun kesin kanıtını oluşturamaz.
Gerçekte, yönetilenlerin sözüm ona rızası büyük ölçüde sırf kabullenme veya teslimiyetten; sadece çoğu insanın yaralanma, hapse atılma ve ölme riskini alarak açık olarak direnmekten ziyade, devletin soygun ve zorbalığına katlanmayı tercih edeceklerine işaret eden yaygın bir teslimiyetten oluşur. İnsanların birçok durumda gönülsüz, kızgın, örtülü bir teslimiyet mahiyetinde olan bu kabullenmesi yönetenlere ahlâkî onay verildiği anlamına pek gelmez. Aslında, halkın siyasî katılım düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde bile insanların çoğunluğu siyasî yöneticilere ve bürokratlara istihfafla ve bazen de gözle görülür bir nefretle bakarlar.
Bununa beraber, eğer bir devlet uzun bir süre iktidarını sürdürmeyi başarırsa, çoğu insan onu sırf alışkanlıktan dolayı kabul edecek duruma gelebilir. Sırf ‘’her zaman orada’’ olduğu ve faaliyetleri ‘’işlerin olağan gidişatı’’ haline geldiği için devlet bazılarına tartışmasız görünecektir. Muhafazakâr düşünüş tarzına sahip olan insanlar yerleşik kurumları onaylamak ve muhafaza etmek için eski olmanın kendi başına hem yeterli hem de ikna edici bir temel olduğuna gerçekten inanabilirler. David Hume ve zamanımızdaki Anthony de Jasay gibi büyük liberal filozoflar bile hakların, uzun dönemler boyunca bir şekilde yerleşik hale gelerek güven kazanmış ve bir toplumun başarılı işleyişinde evrimsel uygunluklarını göstermiş olan teamüllerden (conventions) başka bir şey olmadıklarını düşünürler. Elbette çoğu insan, akıldışı ve kötücül olsalar bile, işlerin yapılageliş tarzına alışır.
Öyle veya böyle, devleti alelade suç çetelerinden ayıran insanlardaki meşruluk algısı yakından bakıldığında zayıflamakla beraber tamamen kaybolmamaktadır. Çünkü devletin meşruluğunu yutturma çabaları yönetilenlerin bir kısmında başarılı olmuştur. Devletin -silahlı kuvvetler, polis ve diğer fiziksel şiddet ve korkutma birimleri gibi- ‘’saray muhafızları’’nda hizmete gönüllü olanlar ve çocuklarını onun savaşlarında ve diğer maceralarında kurban edilmeye gönüllü olarak gönderenler işte bu aldanmış insanlardır. Fikirler ve ideolojiler savaşında devletin adına savaşan aydınlar arasındaki ‘’yararlı budalalar’’ın paraleli olan ‘’olmazsa olmaz budalalar’’ın oluşturduğu lejyonları bunlar sağlamaktadırlar.
Toplumun umutsuzca aldatılmışlar ile sırf korkutulmuşlar arasındaki bölünmesi ülkeden ülkeye büyük değişiklik göstermektedir. Bütün devletler bu ayrım çizgisini yönettiklerinin daha büyük bir kısmı ilk gruba (aldanmışlara) girecek şekilde ileri kaydırmaya çalışırlar. Bunun için, bütün devletler kendilerinin yeterliliklerine, iyi niyetlerine, halkın isteklerinin sıkı takipçisi olduklarına ve ahlâkî bakımdan kusursuz yönetim standartlarına sahip olduklarına halkı ikna etmek için aralıksız çaba gösterirler. Bu çabalar uyanık ve kalpleri kirlenmemiş bireyler arasında acı bir gülümsemeden daha fazlasını sağlamazsa da bunlar yöneticilerin yağma ve baskıyı sürdürebilmeleri için çoğu zaman yeterli olmuştur. Yine de onların bu cari meşruluğu; kurumsal kompozisyonu, personeli ve yönetme tarzı bakımından genel olarak istenen ve onaylanan bir devlet için çoğu zaman sağlam bir temel olamayacak kadar yapay veya sahtedir. (Robert Higgs, ‘’Legitimacy’’, January 17, 2013; https://www.independent.org/article/2013/01/17/legitimacy/)