Boğaziçi Üniversitesi’yle ilgili malum olaylar esnasında YÖK iki açıklama yapmış. Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının usule uygun olduğuna ilişkin ilk açıklaması, YÖK’ün anayasal-yasal konumu itibariyle anlaşılabilir bir durum. Buna karşılık, bazı öğrencilerin Kâbe’ye yaptıkları sözde saygısızlığı kınayan ikinci açıklaması hiç öyle değil.
O açıklamada ise şöyle deniyor:
“Boğaziçi Üniversitesinde Kâbe-i Muazzama’nın hak ettiği saygı ve tazime ters düşen provakatif bir eylem gerçekleşmiştir. Türk milletinin müşterek hassasiyetlerinden birisi de dini şiarlara ve sembollere hürmet göstermektir. Bu necib milletin kendisini diğer milletlerden ayırt eden hususiyetlerden birisi olan “edeb ve hürmet” konusundaki azami titizliğini hayasızca ihlal eden bu eylemin, pervasızlığın ve saygısızlığın sahipleri için ömür boyu bir utanç vesilesi olacağı açıktır. Üniversiteler sadece bilimsel faaliyetlerin yapıldığı yerler olmayıp aynı zamanda kendi milletinin kültür ve değerlerine sahip çıkacak nesiller, ahlaklı ve dürüst vatandaşlar yetiştiren kurumlardır. Bu gibi çirkin davranışların ne bu davranışı gösterenlerin ne de mensubu oldukları üniversitenin saygınlığını artırmayacağı, savundukları fikirlere fayda getirmeyeceği ortadadır. Dolayısıyla öğrencileri de dahil tüm akademi camiasının; toplumun müşterek hassasiyet noktaları, değerleri ve kutsallarına karşı her zaman dikkatli, nezaketli ve saygılı bir üslubu benimsemesinin kendisini ayakta tutan bu topluma karşı bir vazifesi olduğunu ve bu eylemi gerçekleştirenlerin üniversite gençliğini temsil etmediğini hatırlatmak isteriz.”
Görüldüğü gibi, akademik hayatın en üst mevkiindeki bir kurum için, bu metin hem üslup hem de muhteva açısından fazlasıyla tuhaftır. Öncelikle, metin asıl kaygısı özgür ifade ve araştırma olan bilim insanları tarafından değil de, çoğunluk dinini ve geleneksel kültürü korumayı görev bellemiş olan kişilerce kaleme alınmış gibi duruyor. Şu ifadelere bir bakın: ‘’Kâbe-i Muazzama’nın hak ettiği… tazim’’, ‘’dinî şiarlara… hürmet’’, ‘’edeb ve hürmet’’, ‘’toplumun müşterek… değerleri ve kutsalları’’… Üstelik, hiç de soğukkanlı olmayan, eylemci bir grubun manifestosu gibi bir dil bu: ‘’provakatif’’, ‘’hayasızca’’, ‘’pervasızlık’’, ‘’utanç vesilesi’’, ‘’çirkin davranışlar’’… Belirtmeliyim ki, bu açıklamayı doğrudan doğruya dinî bir heyetin kaleminden çıkmış gibi algılayabilecek milyonlarca vatandaşımız da var.
Bu açıklama muhteva açısından da problemli. Şöyle ki: YÖK’teki muhterem zevat kendi dinî inanışlarının ve ‘’dini şiarlara ve sembollere hürmet’’ gibi önceliklerinin öğrenciler dâhil ‘’tüm akademi camiası’’ tarafından da aynen paylaşılması gerektiğini varsayıyor. Bu arada, üniversiter öğretimin fonksiyonunu bilimsel tecessüsü, araştırma ve sorgulama ruhunu içselleştirmiş, hayatla baş edebilecek bilgi ve yeteneklerle donanmış, açık fikirli ve hür düşünceli gençler yetiştirmek değil, fakat geleneksel değer ve otoriteleri sorgulamaksızın ‘’millî ve manevî değerler’’in pasif taşıyıcısı olan ‘’terbiyeli’’, ‘’haddini bilen’’, muhafazakâr nesiller imal etmek olarak görüyorlar.
YÖK’ün bu talihsiz açıklamasının akademik meslek adına başka bir hayal-kırıcı yanı, üniversitelerin en başta özgür bilgi arayıcıları ve özgür ifade ve araştırma mekânları olduklarını büsbütün unutmuş zihinlerden sadır olmasıdır. Dahası, üniversite öğrencilerinin ifade özgürlüğünü bastıran siyasî iradeye destek çıkan bir YÖK açıklamasıyla karşıyayız. Gerçi şaşırmıyoruz. YÖK bugüne kadar hangi ifade özgürlüğü mağduru akademisyenin arkasında durdu ki!… Hatırladığım kadarıyla, böyle bir örnek yok, ama binlerce akademisyenin devletin hoşlanmadığı düşünce ve görüşleri yüzünden üniversiteden uzaklaştırılması YÖK’ün teşviki, desteği veya pasif onayıyla mümkün oldu.
Peki neymiş havuz medyasını ve YÖK’çüleri bu derece hiddetlendiren olay?… İşte, ‘’havuz medyası’’ndan Takvim gazetesinin kendi anlatımı:
‘’Sosyal medyada yayımlanan görüntülerde, açılan sergideki görsellerin yerleştirilmesi sırasında yerde duran ve üzerinde Kâbe figürü görülen bir resim yer aldığı görülüyor. Resmin tam ortasında şahmeran figürü, dört köşesinde de LGBTİ+, lezbiyen, trans ve aseksüel paçavrası yer alıyor.’’ (2 Şubat)
Yani, Boğaziçi Üniversitesi’ne malum devlet müdahalesini protesto eden öğrencilerin açtığı bir sergide hasbelkader Kâbe resmi yere serili vaziyetteymiş. Devlet bunun ’’halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri aşağılamak’’ olduğunu buyurmuş, ama gerçekte tipik bir ifade özgürlüğü vakasıyla karşı karşıyayız! Çünkü, ifade özgürlüğü tam da iktidar sahiplerinin veya çoğunluğun istemediği şeyi söyleyebilmek ve sergileyebilmektir. Üstelik burada ne tahrik ne de tahkir var; pasif bir sergiden başka bir durum yok.
‘’Din kolluğu’’ zihniyetli havuzcularla birlikte YÖKçü zevatı da asıl rahatsız edenin mezkûr öğrenci grubunun LGBTİ’lerden oluşması olduğu anlaşılıyor. Ama alışacaklar, başka çaresi yok. (Diyalog, 15 Şubat 2021)