AKP’nin gözde sloganı “Yeni Türkiye”, aslına bakılırsa, çağrışımları bakımından hiç de yeni değil. Bununla üç aşağı-beş yukarı muhafazakâr-sağ geleneğin “Büyük Türkiye” vizyonu kastediliyor: “büyük, güçlü ve kalkınmış bir Türkiye”. AKP’nin sözde “yeni” vizyonunun öncekilerden en belirgin farkı, iktisadî kalkınma ve refah odaklı eski anlayışta bir ağırlık kaydırması yapmak suretiyle, “büyük”lüğü aynı zamanda emperyal bir vizyonla tanımlamasıdır. Nitekim, AKP’nin “yeni Türkiye” vizyonunun aslî unsurlarından birini “yeni-Osmanlıcılık” olarak da adlandırılabilecek olan genişlemeci bir perspektif oluşturmaktadır.
Şu var ki, AKP’nin vizyonunun var olduğu kadarıyla çekiciliği içeriğinden ziyade, onun “Yeni” Türkiye sloganıyla pazarlanmasıdır. Hemen hemen her zaman, “yeni” olan bir şey muhtevasından bağımsız olarak ilgi çeker. AKP’liler “yeni” sıfatının olumlu çağrışımlarından birçok şekilde yararlandılar. Bunların başında, “yeni Türkiye”yi gerçekleştirilecek bir hedef değil de parti tarafından zaten gerçekleştirilmiş bir durum olarak takdim etmek gelmektedir. Nitekim, kısa süre içinde “yeni” sıfatının olumlu çağrışımlarının da etkisiyle, pek çok kişi gerçekten de eski “kötü” günlerdekinden çok farklı, her anlamda yeni, yepyeni bir Türkiye’de yaşadığımızı zannetmeye başladı.
AKP’nin kendinden önceki sağ ve İslamcı siyaset geleneğiyle paylaştığı bu “güçlü ve büyük Türkiye” vizyonu, kabaca, “kalkınmış, nüfusu belirgin bir şekilde artmış ve askerî bakımdan güçlü” bir Türkiye hedefini ima etmektedir. Bu niteleme, iktisadî gelişme veya büyümeyi özgürlük ve adaletten bağımsız, bizatihi bir amaç olarak gören bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Aslına bakılırsa, siyasetçilerimiz ve bürokratlarımızın bu “büyüklük” saplantısı öteden beri bana hep anlaşılmaz gelmiştir. Doğrusu, “büyük”lüğü ve askerî bakımdan güçlü olmayı, başta adalet ve barış amaçlarından bağımsız olarak tanımlayan ve nüfus büyüklüğünü başlı başına bir değer olarak gören bir perspektifte ben şahsen cazip olan hiç bir şey göremiyorum. Bunları kendi başına bir değer olarak görmek kanaatimce hiç de sağlıklı bir zihin yapısına işaret etmiyor. Daha da tuhaf olanı, AKP’lilerin “büyük”lükten bir kastının da Türkiye’nin mümkünse coğrafî olarak genişlemesi, ama en azından geniş bir nüfuz alanına sahip olmasıdır.
Mamafih, AKP’nin ilk bakışta anlamsız görünen bu saplantısını onun “emperyal vizyon”uyla birlikte düşünürsek, anlaşılabilir ve açıklanabilir hale gelir. Şöyle ki: AKP baştan beri “büyük devlet” olma hayali besledi; böylece bir yandan çevre ülkeler üzerinde hegemonik bir etkiye sahip olmak, öbür yandan da dünya ölçeğinde dikkate alınan etkili bir siyasî aktör haline gelmek hedefi güttü. Bu hedefin ilk kısmı Osmanlı devletinin 19. yüzyıl sonlarına kadar bu bölgede sahip olduğu kontrolün bir benzerini canlandırma hayalinden türemektedir. Suriye’ye müdahale konusundaki iştahlılık ve birkaç ay boyunca Türkiye’nin sınırları dışında yürütülen kara harekâtı bu hayalci ve tehlikeli vizyonun dramatik yansımalarıdır.
AKP’liler ve genel olarak İslâmcıların bu konudaki hayalci tutumları o kadar belirgindir ki, bu misyon duygusunun çağrıştırdığı vesayetçi bakışın Ortadoğu halklarında antipati yaratabileceğini ve bunun olumsuz etkilerini göremediler. Doğrusu, başka halklara “nizam verme” tutkusuna yüklenen sözde hayırhah anlamın kendilerine nizam verilecek olanlarca da paylaşılacağını umabilmek için insanın gerçeklik duygusunu büsbütün yitirmiş olması gerekirdi. Başlangıçtaki, “komşularla sıfır sorun” politikasının kısa sürede akamete uğramasının temel nedeni de, başlı başına alındığında takdire-değer olan bu hedefin Ortadoğu’ya vesayetçi bakışın bir yan unsuru olarak ortaya çıkmış olmasıdır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin “büyük, güçlü ve emperyal” bir devlet olmaya değil; özgürlük ve barış içinde âdil ve müreffeh bir toplum olmaya ihtiyacı var. Referandumdan çıkacak muhtemel bir “HAYIR” sonucu AKP’nin sözkonusu tehlikeli vizyonunun sona ermesine katkı yapabilir ve belki özgür, âdil, barışçı ve barış içinde bir Türkiye’nin yolunu açabilir.
(Ortak Söz, 12 Nisan 2017)