Bir süredir Adalet Bakanlığı’nın ”yargıda reform” hazırlığı içinde olduğu yolundaki haberler muhalefeti de harekete geçirdi. Medyadan öğrendiğimize göre, bu konuda CHP’nin başını çektiği girişim esas olarak Bakanlığın taslağına alternatif olmak üzere anayasa değişikliği dahil bir öneri hazırlığı içindeymiş.
Burada benim dikkatimi çeken noktalardan birisi, düşünülen yasal değişikliğin esas olarak zaten anayasal güvence altında olan ”âdil yargılama”yle ilgili esasları içermekte olmasıdır. Bunun anlamı, muhalefetin, yargıyla ilgili olarak halihazırda şikâyet konusu olan haksız-hukuksuz ve adaletsiz uygulamaların esas olarak yürürlükteki mevzuattan kaynaklandığını düşündüğüdür. Hazırlandığı söylenen paketin büyük ölçüde sanık haklarına, mahkemelerin tarafsızlığına, savunmanın güçlendirilmesine ilişkin düzenlemeler ile masumiyet karinesi ve mahkeme kararlarının bağlayıcılığı gibi evrensel hukuk ilkelerini vurgulayan hükümler içermesi bunu göstermektedir. Oysa, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısıyla ilgili olanlar hariç, bunların çoğu halihazırda zaten anayasal güvence altında olan hususlardır.
Başka bir ifadeyle, Türkiye yargısında ”adaletten sapma”nın son yıllarda iyice çığırından çıkmış olması yürürlükteki hukukî düzenlemelerden çok, mahkemelerin -özellikle de ilk derece hâkimlerinin- siyasî iktidarla fazla uyumlu davranmasından ileri gelmektedir. Mevcut hâkimlerin yarısına yakınının, büyük kısmı olağanüstü yönetim dönemine tesadüf eden son üç yıl içinde mesleğe kabul edilmiş olanlardan oluştuğu dikkate alınırsa, bu sorunun esas kaynağının ne olduğunu anlamamız da kolaylaşır. Kaldı ki, bu durum yargıda partizanlığın baskın hale gelmesine yol açmasa(ydı) bile, meslekteki tecrübesi üç-dört yılı geçmeyen hâkimlerin ”hukuk ve adalet”in hakkını veren kararlar üretebilecek donanıma sahip olduklarını sanmak fazla iyimserlik olur. Bunu, son yıllarda hukuk eğitiminin son derece zayıflamış olduğu gerçeğiyle de birlikte düşünmek gerekiyor.
Bu tespit bizi şu sonuca götürmektedir: Türkiye’ mahkemelerinin âdil kararlar vermeleri bir yandan siyasî tarafgirliğin etkisini kıracak şekilde mevcut hâkim kadrosunun kompozisyonunun değişmesini, bir yandan da hukuk eğitim-öğretiminin çok ciddî olarak âcilen yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. İlk hususla ilgili olarak, hâkimlik-savcılık mesleğine kabulün tarafgirlikten arınmış, ehliyet ve liyakat esaslarına sıkı bir şekilde riayet eden yeni bir düzene kavuşturulması zorunludur. En başta, hâkim ve savcı adaylarının elenmesinde ”mülâkat”a başvurmaktan vazgeçmek şarttır.
İkinci noktayla ilgili olarak ise, hukuk fakültelerinin -ve tabiî YÖK’ün de- hukuk tahsilini artık ciddiye almaları gerekmektedir. Bu ise bir yandan hukuk tahsilini bir üst öğrenim olacak şekilde yeniden düzenlemeden ve hukuk müfredatını ciddî şekilde yenilemeden başarılabilecek bir iş değildir. Bu arada, hukuk öğrenimine talip olanlarda aranacak zihinsel ve bilgisel donanım seviyesini yükseltmek gerekmektedir; mevcut sistem, kapasitesi bu bakımlardan yeterli olmayanların da hukuk fakültelerine kabul edilmesine izin vermektedir. Hukuk fakültesi dekanlığı da yapmış bir hukukçu olarak üzülerek söylemeliyim ki, mevcut durumda özellikle vakıf üniversitelerinin hukuk fakültelerine kabul edilen öğrencilerin neredeyse yarısının donanımı hukuk formasyonu edinebilmek için yeterli olmaktan uzaktır.
Başa dönersek: Muhalefetin mahkemelerin tarafsızlığını sağlamanın, diğer hususlar yanında, HSK’nın yapısının buna uygun olarak yeniden düzenlenmesini de bağlı olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır. Gerçekten de, mevcut yapısıyla HSK’nın yürütmenin kontrolünden bağımsız hareket etmesi mümkün değildir. Onun için, bu meselede yapılması gerekenlerin başında, Kurula üye seçiminde cumhurbaşkanının etkisin azaltılması yanında, Meclisin seçeceği üyelerin ise, parti gruplarının temsilcilerinden oluşan bir komisyonda varılacak ön mutabakata bağlı olarak ve nitelikli çoğunlukla seçilmesini öngören yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var. Bu arada, Kurul üyelerinin bir kısmı kürsü hâkimleri tarafından, fakat güçlü bir örgütlü grubun Kurulda çoğunluğu sağlamasını önleyecek bir usulle seçilmelidir. Nihayet adalet bakanı ve müsteşarına Kurulda yer verilmemesi gerekiyor.
Bu hedeflerin kısa vadede başarılamayacağının elbette farkındayım. Ama kısa vadede yapılabilecek veya yapmak için çalışılabilecek şeyler de var. Başta ”KHK’lılar” olmak üzere son üç dört-yılın zulüm siyasetinin mağdurlarına yardımcı olacak pratik bir çözüm olarak, TBMM olağanüstü hal döneminde çıkarılmış olup da çoğu bilâhare yasalaştırılmış olan düzenlemeleri ilga eden bir yasa çıkarabilir. Muhalefetin şu anda Mecliste yapabileceği en hayırlı şey bunu zorlamak olacaktır. Kimbilir, önümüzdeki aylarda kurulacak olan yeni partilerle Meclisin kompozisyonu değişirse, bunu başarmak belki kolaylaşabilir de.
(Diyalog, 29 Eylül 2019)