Bugün itibariyle Türkiye’de devlet tıkanmış ve hatta iflasın eşiğine gelmiş bulunuyor. Hem   içte   hem de dışta… Kelimenin çağrıştırabileceği gibi sadece malî bir iflâsı kast etmiyorum. Siyasî, idarî, iktisadî kavramlarının ima ettiği her anlamda bir iflâstan söz ediyorum. Bu arada, sadece sistemin çalışmamasını, iş-göremez hale gelmesini değil, aynı zamanda hak ve adaletten uzaklaşmasını ve genel olarak baskıcılığının artmasını da aynı kavramın içinde düşünüyorum.

Dış politikanın geldiği nokta gerçekten ibretlik: Türkiye ilkeleri ve stratejisi olmayan, rotası   belirsiz, başıboş bir gemi gibi bölgesinde ve dünyada sürüklenip duruyor.  Dümeni kilitlenmiş   mi kırılmış mı belli değil; ya bilinmedik bir hedefe doğru kontrolsüz bir şekilde seyrediyor ya   da rastgele bir o yana bir buyana savruluyor.

Türkiye’nin maalesef içine sürüklendiği bu acınası durumun nedenlerinin ne olduğu bahsinde   çoğu kimse ana neden olarak 2017’de yapılan kapsamlı Anayasa değişikliğinin getirdiği hükümet sistemine işaret ediyor. Tabiî, bu acıklı durumun ana sebebinin, neredeyse 20 yıldır   devleti yönetenlerin ülkenin ve toplumun yararını gözetmeyen ”kötü niyetli” insanlar olduğunu düşünenler de az değil.

Kanaatimce karşı karşıya olduğumuz mesele bundan daha karmaşıktır. Elbette meselenin   kurumsal bir yanı var; bu kötü gidişi 2017 Anayasa değişikliğiyle getirilen ‘’başkancı’’   modelden ayrı düşünmek mümkün değil. Daha o zaman, başka uzmanlarla birlikte bu satırların yazarı da iktidardaki siyasî ekibi bu konuda ısrarla uyardık ama ne yazık ki çabalarımız sonuç vermedi: Devlet ‘’kuvvetleri’’ni tek bir elde toplayan, üstelik hiçbir denetim ve denge   mekanizmasına da yer vermeyen bu modelin demokrasi için uygun olmadığını, aksine bunun keyfî ve baskıcı bir kişisel yönetime yol açacağının tecrübeyle sabit olduğunu çok yazdık ve söyledik.

Öte yandan, Türkiye’nin kilitlenmesi, siyasette ve kamu idaresinde inisiyatifin gitgide ehil ve/veya uzman olmayan kadroların eline geçmesiyle de ilgilidir. Bu, sadece AKP’nin bu meseleleri çekip-çevirecek donanıma sahip   yeterli kadroya sahip olmamasından ileri geliyor da değildir. Doğrudur, bugün gelinen noktada AKP kadroların hatırı sayılır büyüklükteki bir kısmı pek çok konuda işlerini doğru-dürüst yapabilecek bilgi, beceri ve tecrübeye maalesef sahip değil. Hatta yer yer kamu hizmetlerinin kurulu düzenini veya mekanizmalarını bile   işletmekten aciz bir ekiple karşı karşıyayız. Bu arada, ne kadar hayıflansak azdır, yargı personeli bile bu zaaftan muaf değil.

Bu ehliyet ve uzmanlık noksanı başka bir yönüyle de AKP liderliğinin tercih ettiği siyaset tarzından kaynaklanmaktadır. Bu tarzın karakteristik vasfı, kamu işlerinin tedvirinde kişisel   sadakati   –en   başta ‘’Reis’’e sadakati- ehliyet ve uzmanlığın önüne geçirmesidir. Onun içindir ki, bugün itibariyle Türkiye bürokrasisi, büyük ölçüde, ehliyetsiz ve liyakatsiz fakat sâdık (ve ‘’kesin   inançlı’’) görevlilerden   oluşmaktadır.   Açıktır   ki, buna   Weberyen anlamda ‘’bürokrasi’’   denemez.   Bu, devleti   yöneticinin   şahsıyla özdeşleştiren   ve   idarî   görevlileri ‘’kamu   görevlisi’’ olarak   değil   de yöneticinin   sâdık   bendeleri   veya   hizmetkârları   haline   getiren, bildik geleneksel yönetim anlayışıdır. Mesele şu ki, böyle bir ekiple modern bir devlet yönetilemez.

Dahası, mesele sadece bürokrasinin ehliyet ve liyakat zaafı da değil. Bu konudaki eksiklik yanında, birlikte çalışılacak kişilerin sadakatleri konusundaki kuşkucu eğilim ile kurullarla çalışma konusundaki isteksizlik siyasî-idarî yönetimin yükünün neredeyse tamamen baş   yöneticinin (”Reis”in) sırtına yüklenmesine yol açmaktadır. Tek bir kişi her konunun uzmanı   olamayacağına göre, sistemin aşırı merkeziyetçi ve hiyerarşik yapısı da düşünüldüğünde, bu durum devlet yönetiminde ve kamu idaresinde ehliyet ve uzmanlık zaafının bütün bir sisteme   yayılmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bütün bunlara iki hususu daha eklemeliyiz. İlk olarak, AKP baştan beri, kamu kaynaklarını   kendi toplumsal tabanını genişletmek ve devlet eliyle kendisine sâdık bir sermaye tabanı yaratmak   için kullanmaktadır. Bu politikanın yarattığı genel hoşnutsuzluğa ve hakkaniyetsizlik algısına ek olarak, AKP’nin ”FETÖ”nün tasfiyesi ve cezalandırılması adı altında kendisiyle mutabık olmayan veya mutabık olmadığını düşündüğü başka pek çok kişi ve grubu cezalandırması ve genel olarak muhalefeti sindirmeye çalışması toplumda daha derin ve yaygın bir adaletsizlik duygusu yaratmıştır.

Evet, AKP Türkiye’yi paralize etti ve 18 yılda iflâsın eşiğine getirdi.

(Diyalog Gazetesi, 9 Şubat 2020)

 

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir