Dün ‘’dünya barış günü’’ idi.
Barışın evrensel bir değer ve ideal olduğuna şüphe yok. Bu hem dünya barışı hem de ulusal barış için geçerli bir yargıdır. Her iki alanda da barış, özgürlük ve adaletle birlikte, medenî bir toplumsal varoluşun zorunlu temeli olduğu kadar, hem bireylerin hem de genel olarak toplumların esenlik ve refahının da başlıca âmillerinden biridir. Ama gelin görün ki, bu evrensel hakikate rağmen, geçmişte olduğu gibi bugün de dünyada hâkim durum hiçbir zaman barış olmamıştır.
Oysa barışçılık çok kolaydır; çünkü, savaşçılıktan farklı olarak, barışçılık aktif değil pasiftir, saldırganlığı değil başka halklar ve insanların haklarına saygılı olmayı gerektirir.
Ne var ki, öteden beri, dışta saldırgan içte ise baskıcı yöneticiler başka halkları veya kendi toplumlarını yağmalamayı ana siyaset olarak benimsemişlerdir. Bunu adına hareket ettikleri halkın veya grubun sözde çıkarları için yapanlar da olmuştur, ama genellikle baskın olan sâik yönetici ekibin ve onun toplumsal tabanının çıkarlarını kollamaktır. Daha doğrusu, çoğu durumda ‘’milletin çıkarları’’ yağmacı-saldırgan siyasî elitin çıkarlarının kamuflajı olarak işlev görür.
Elbette, dışa dönük olarak yürüttüğü saldırgan siyasetin toplumunun yararına hizmet ettiğine sahiden inanan liderler yok değildir. Vardır ama bunların başka halklara yönelik saldırganlığın maliyetsiz olduğunu sanmaları bir yanılsamadan ibarettir. Bu yanılsamanın çoğu zaman ağır olan faturasını en başta o liderin kendi halkı canları ve mallarıyla öder. Bütün ahlâkî endişeleri bir yana bırakıp meseleye soğuk bir ‘’kâr-zarar’’ hesabıyla baksak bile, bu saldırganlığın getirisi çoğu durumda maliyetine bile değmez.
Bu yağmacı-fetihçi yanılsamanın en başta gelen nedeni milliyetçiliktir. Dış dünyaya bakışı sözkonusu olduğunda, milliyetçilik kendi ulusunun yararını başka ulus veya halkların zararında gören bir ‘’toplam sıfır’’ ideolojisidir. Milliyetçiler barışın gerek toplumlar gerekse toplumların bireyleri için bir ‘’kazan kazan’’ durumu olduğunu pek göremezler. Bu zihinsel çarpıklık milliyetçilerin sadece savaşa bakışlarında değil, ticarete ve kültürel temaslara bakışlarında da kendisini gösterir. Nitekim milliyetçiler iktisadî milliyetçilik olarak tanımlanabilecek olan merkantilizme bağlıdırlar ve serbest ticarete karşıdırlar.
Milliyetçiler başka halklarla kültürel temaslardan da hazzetmezler ve ‘’ulusal kültür’’ün saflığını devlet eliyle korumaktan yanadırlar. Ulusal kültürün ‘’yabancı etkiler’’den korunmasının iyi ve toplum için yararlı bir şey olduğu düşüncesi milliyetçilerin başka bir yanılsamasıdır. Kültürel saflık saplantısı serbest kültürel etkileşim yoluyla başka toplumların kültürlerinden ‘’yeni’’ ve ‘’farklı’’ unsurların iktibasını engelleyerek kendi toplumunun insanî gelişimini, yaratıcılık ve yenilikçiliğini bloke eder veya zora sokar.
Dahası, milliyetçilik kültürel çeşitlilikten duyduğu nefret yüzünden iç barış için de bir tehdit oluşturur. Kültürel çeşitliliğin baskın olduğu toplumlarda milliyetçilik barış karşıtıdır, etnik-kültürel grupların ve varsa ulusal azınlıkların varlığını tehdit eder. Çünkü, milliyetçiliğin farklılık ve çeşitlilikle ilgili gözde siyasetinin araçları, ‘’en hafifi’’ olan asimilasyondan başlayarak etnik temizliğe ve soykırıma kadar gidebilir. Günümüzde milliyetçiliğin bu gibi günahlarından büsbütün arınmış olan hemen hemen hiçbir ulus-devlet yoktur.
Bu arada, iç barışla dış barışın birbiriyle tamamen ilişkisiz olmadığını da belirtmek gerekir. Bir kere, kendi ülkesinde barışçı olmayan bir devletin dışa dönük barışçılık iddiaları inanılır olmaktan uzaktır. Bunlar genellikle baskıcı, hatta bazan totaliter rejimlere sahip olan devletlerdir. Buna karşılık, siyasî rejimleri özgür-demokratik olan devletlerin birbirleriyle savaşmayacaklarına ilişkin ‘’demokratik barış’’ tezinde hatırı sayılır bir doğruluk payı bulunmakla beraber, bunların da demokratik olmayan ülkelere karşı savaşçı siyasetler gütmeyeceğinin garantisi yoktur. Bu tür saldırganlıklar, ABD’nin yaptığı gibi, demokrasiyi dünyaya yaymak veya dünyayı demokrasiler için daha güvenli hale getirmek sözde amaçlarıyla pekalâ kamufle edilebilmektedir.
Barışçılık açısından Türkiye’nin halihazırdaki durumu da maalesef hiç iç açıcı değildir. Türkiye’de iç barış epey bir zamandır büyük yara almıştır. Bunun nedeni, bir yandan PKK terörü, öbür yandan devletin Kürt kimliğini tanımamakta direnmesidir. Ayrıca, başta çevremizde özerk ve güçlü bir Kürt siyasî varlığı oluşma ihtimalinden devletin duyduğu korkunun ve AKP’nin yayılmacı-Osmanlıcı emellerinin de etkisiyle, Türkiye bir süredir dışta da barışçı olmayan maceralara girişmektedir. Bu arada, her iki olumsuz gelişmenin de Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasıyla paralel gittiğine de dikkatinizi çekmek isterim.
(Diyalog, 22 Eylül 2019)