Benim genel olarak devletin, ama özellikle de ‘’Türk Devleti’’nin doğası hakkında iyimser olmadığım hiç değilse okuyucularım için sır olmasa gerektir. Kanaatimce, devletin hayırhah bir kurum olduğu inancı modern insanın başta gelen trajik yanılgılarından biridir. Ama mesele şu ki, okumuş-yazmışları da dahil olmak üzere, Türkiye’de nüfusun ezici çoğunluğu bu nahoş gerçeğin farkında değildir.

Ne yazık ki, çoğu insan başlarına devlet kaynaklı bir felâket veya musibet gelmedikçe bu nahoş gerçeği idrak edemiyor. Hatta çoğu zaman bu felâketler bile insanların gözünü açmaya yetmiyor. Nitekim, böylesi müessif durumlarda bile insanlar genellikle devlete, özellikle de ‘’kendi’’ devletlerine toz kondurmuyorlar. Onlar başlarına gelen musibetlerin failini başka yerlerde, özellikle de -kişi veya devlet olması fark etmez- ‘’Türk-olmayan’’larda arıyor.

Oysa, daha önce farkında olmayanların bile hiç değilse bir kısmını bu konuda aydınlatabilecek olaylar ne kadar da sık meydana geliyor bu ülkede. Cuma günü sabahın erken saatlerinde yapılan baskınlarla çok sayıda HDP ileri geleninin gözaltına alındığı son güvenlik operasyonu bunun yeni bir örneğidir. Kürt siyasî hareketinin –dolayısıyla Kürtlüğün- tasfiyesini amaçlayan operasyonlar serisinin bu son halkası Türkiye’de hem ‘’Devlet’’ olmanın, hem de bu devletin ‘’Türk Devleti’ –herkesin değil de Türklerin devleti- olmasının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Gerçi, bu devletin resmî (anayasal) adı ‘’Türkiye Cumhuriyeti’’dir ama yurttaşlarının çoğu onun aslında ‘’Türk Devleti’’ olduğunu bilir ve bundan hoşnutluk ta duyar. Mesele şu ki, aynı çoğunluk ne devlet olmanın kendisinin, ne de onun etnik olarak tanımlanmasının hoşnut olmak yerine endişe edilecek bir durum olduğunun farkındadır. Bu halkın nazarında Devlet de Türklük de kutsaldır; bunlar iyinin ve doğrunun ana referanslarıdır. Türk olarak doğmak bizatihi bir mazhariyettir. Ayrıca, milliyetçi şairin haykırdığı gibi, .Türk’ün ‘’dini’’ de ‘’cinsi’’ de ‘’uludur!’’

Söz konusu gözaltı operasyonları, özlü bir anlatımla, ‘’Devletin bekâsı’’nı güvenlikçi yaklaşımda gören anlayış ile, Kürtlüğü Devletin ‘’Türk’’ kimliği için tehdit olarak gören anlayışı birleştiren zihniyetin tipik bir tezahürüdür. Kürt sorununun sözde çözümü için zaman zaman gündeme gelen siyasî girişimlerin her seferinde akamete uğramasının arkasında da, Devlet kontrol eden bu ‘’hikmet-i hükümet’’çi ve milliyetçi-Türkçü zihniyet yatmaktadır.

İşte ‘’Türk Devletinin Doğası’’ derken kast ettiğim budur. Bu aynı zamanda Türkiye’de istikrarlı bir özgürlükçü-demokratik rejim kurulamamasının ve bu anlamda ülkenin bir türlü normalleşememesinin de ana nedenidir. Ancak Türkiye’de demokratik rejim istikrarlı olmasa da ‘’Devlet’’ gayet istikrarlıdır; bu anlamda istikrarı sağlayan da yine sözünü ettiğim zihniyet veya ideolojidir, sivili ve askeriyle bu ideolojiye sâdık olan devlet bürokrasisidir.

Fakat yanlış anlaşılmasın, ben burada halka rağmen var olan bir şeyden söz etmiyorum; aksine, ‘’Türk Devletinin Doğası’’ dediğim şeyi ayakta tutan esas olarak bu halktır, ‘’Türk halkı’’dır. Ve kendimizi kandırmayalım, bu maalesef Türkiye’nin gerçeğidir. Esasen, öyle olmasaydı, yani bürokrasi ile ‘’Türk halkı’’nın devlet-tapınmacılığıyla patolojik Türkçülüğü sentezleyen zımnî ittifakı olmasaydı, bu özgürlüksüz ve demokrasisiz rejim bu kadar istikrarlı olamazdı.  

Türkiye’de iyi-kötü seçim yoluyla iktidarların değişmesine rağmen, Devlet içinde kamu siyasetinin ana istikametinin hiç değişmemesini sağlayan bir gücün var olduğu bana kesin gibi görünüyor. Legal ve illegal unsurlarıyla birlikte bu demokrasi-dışı odağın ideolojik olarak ‘’sağ’’ ve ‘’sol’’ kanatlarının bulunduğu da tahmin edilebilir. Duruma göre, bunlardan biri veya diğeri öne çıkmaktadır. İdeolojik olarak mütecanis olmayan bu odağın Devlet içinde yuvalanabilmesini ve etkisini hiçbir zaman yitirmemesini mümkün kılan nedir derseniz: Bu, sözkonusu demokrasi-dışı odakların toplumun ‘’Devletin bekâsı’’na ilişkin hassasiyetlerini istismar etmesini kolaylaştıran, Devleti ve Türklüğü takdis eden bir zihniyettir.

Bu zihniyet ve onun sözcülüğünü yapan bürokratik odaklar Türkiye toplumunun hürriyet, huzur ve refahının önünde duran hâlihazırdaki en büyük engeldir. Ama bizi bundan daha fazla yaralaması gereken, sözde demokratik temsilcilerimiz ile hukuk nosyonuna sahip olduklarını varsaymamız gereken kimi hâkim ve savcıların da bu sapkın zihniyeti içselleştirmiş olmaları ve bu zihniyetin yönlendirdiği odaklarla işbirliği yapmakta beis görmemeleridir. 

(Diyalog, 27 Eylül 2020)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir