Amerika Birleşik Devletleri’nde Demokrat Parti adayı Joe Biden’a başkanlık yolunu açan seçimin sonucunu Trump ve taraftarlarının kabul etmek istememesinin yol açtığı kitlesel olayların 6 Ocak günü Kongre’nin basılmasıyla sonuçlanması bütün dünyada şaşkınlık yarattı. Birçok ülkede Amerikan’ın köklü demokrasisinin geleceğinden duyulan kuşkular dile getirilmeye başlandı.

Bu olay, siyasî hayatımızın son yıllarda içinde bulunduğu benzer durum nedeniyle, Türkiye yurttaşları olarak bizim ilgimizi daha çok çekmeli ve yakın geleceğimiz için ima ettiği belirsizlikler bakımından hepimizi endişelendirmelidir. ABD ile Türkiye arasındaki benzerlik, gerek Trump’ın gerekse Erdoğan’ın son 7-8 yıldaki yönetim tarzının karakteristik özelliğinin populizm olmasından ileri gelmektedir. Populizmin ise otoriter yönetimle sonuçlanma ihtimalini hiç küçümsememek gerekir.

Popülizmin en tehlikeli yanı siyaseti bilgi ve akılla ilgili olmayan sırf bir ‘’inanç’’ meselesi gibi göstermesidir. Burada kast ettiğim özel olarak ‘’din istismarı’’ değildir; ABD ve güncel Türkiye örneklerinin gösterdiği gibi, populistler amaçlarına ulaşmalarını kolaylaştırmak üzere elbette din istismarına da başvurabilir, dinin kavramlarını siyasete aktarabilirler. Ancak, populist siyasetçiler ortalama vatandaşın duygularını ve siyasî meselelere ilişkin bilgi yetersizliğini istismar etmek suretiyle de siyaseti bir inanç konusu haline getirebilirler. Bu strateji ‘’biz ve onlar’’, ‘’iyiler ve kötüler’’ karşıtlığı temelinde toplumsal kutuplaşmanın keskinleştirilmesine hizmet eder.

Populistler, tipik olarak, kendi çıkarlarını ve sapkın emellerini sözde tek bir sesle konuşan halkın veya milletin ‘’üstün iradesi’’nin arkasına saklamakta mahirdirler.  Yine onlar, ABD’de olduğu gibi bizde de, ‘’halk’’ın sahici temsilcisinin münhasıran kendileri olduklarını, dolayısıyla onun gerçek çıkarlarını da sadece kendilerinin bildiklerini ileri sürerler. Kurulu düzeni temsil eden ve ‘’halktan kopuk’’ olduğunu söyledikleri ‘’statükocu elit’’e karşı halkın yanında mücadele ettiklerine sıradan insanları ikna etmek için buna ihtiyaçları vardır.

Kendi başarısızlıklarını ‘’dış düşmanlar’’, ‘’yabancıların içimizdeki ajanları’’ gibi hayalî öznelere yüklemek popülist siyasetin şanındandır. Bu amaçla, demokratik siyasetteki meşru rakiplerini (diğer siyasî partileri ve onların liderlerini) de establishment’ın uzantıları, hatta dış güçlerin piyonları olarak göstermekten çekinmezler. .

Populist siyaset başlıca üç nedenle demokrasi ve özgürlük için tehlike teşkil eder. İlk olarak, demokrasi kapsayıcı ve eşit yurttaşlık fikrine dayanır. Oysa, populizmin ‘’halk’’ı kendi taraftarlarıyla özdeşleştirmesi, nüfusun geri kalan kesimlerinin demokratik katılım hakkının reddi anlamına gelir. İkinci olarak, popülizm siyasî muhaliflerini halkın düşmanları olarak gördüğü ve gösterdiği için, farklı kesimlerin barış içinde bir arada yaşama imkânını tahrip eder ve hatta şiddetin yolunu açabilir. Nihayet, populistler demokrasiyi çoğulcu değil ‘’çoğunlukçu’’ bir şekilde anladıkları için, denetim ve denge mekanizmalarını halkın iradesini (‘’millî irade’’yi) kısıtlayan antidemokratik engeller olarak görür.

Ne acıdır ki bugünkü Türkiye’de bunların her üçü de varittir. Nitekim, halen iktidarda olan siyasî koalisyon, kamusal hayatın her alanındaki icraatıyla da sabittir ki, kapsayıcı ve eşit yurttaşlık fikrine inanmamaktadır. Siyasî rakip ve muhaliflerini düşman olarak görmek ve göstermekten ve toplumu sadece siyasî kanaat bakımından değil inanç ve hayat tarzı temelinde de kutuplaştırmaktan çekinmemiştir. Yine bu iktidar ‘’millî irade’’ efsanesine ve bu sözde iradenin yanılmazlığına dayanan çoğunlukçu anlayışı yüzünden, iktidarın denetimini sağlayacak bütün kurum ve mekanizmaları aşındırmış veya yok etmiştir. Bu cümleden olarak, parlamenter denetimi ve malî denetim araçlarını etkisizleştirmiş, yargının zaten zayıf olan bağımsızlık ve tarafsızlığını tamamen kaldırmış, Hâkimler ve Savcılar Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’ni siyasî iradeye bağımlı hale getirmiş, ‘’bağımsız’’ idarî otoriteleri Reis’in iradesine tâbi kılmış ve genel olarak da hukuk fikrini yok etmiştir. 

Evet, popülizm her zaman doğrudan doğruya demokrasinin tahribiyle sonuçlanmasa da; o demokratik siyaseti ve hukuku yozlaştıran, kamusal kurumların etkinlik ve güvenilirliğini azaltan, kamu yönetiminde şeffaflığı yok eden, toplumsal barışı dinamitleyen ve sonuç olarak toplumun ‘’genel yarar’’ına aykırı sonuçlar doğuran bir siyasî patolojidir. Trump popülizmi şu veya bu nedenle Amerikan demokrasisinde bu ölçüde yıkıcı sonuçlar doğurmamış olabilir; ama bu patolojinin son yıllarda Türkiye’nin kurumlarına, siyasî ve idarî performansına ve genel olarak topluma vermiş olduğu hasarın büyüklüğü hepimizin gözleri önündedir. (Diyalog, 10 Ocak 2021)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir