Günlük dilde siyasî rejimlerle ilgili terim ve sıfatlar çoğu zaman yanlış kullanılmaktadır. En azından Türkiye’de bu konuda akademik dil de maalesef yeterince özenli değildir; zaman zaman sosyal bilimcilerin bile bu kavramları gelişigüzel kullandıklarına tanık oluyoruz. Onun için, bu yazıda siyasî rejimlerle ilgili temel kavramları genel okuyucu için kısaca aydınlatmak istiyorum. (Bu konuda ayrıca Anayasa Hukukuna Giriş kitabımın 2019 tarihli 2. baskısının 230 vd. sayfalarına bakılabilir).

Günümüz siyasî rejimleri başlıca üç grupta ele alınabilir: demokrasiler, demokratik-olmayan rejimler ve ara veya melez rejimler. Bu yazıda sadece ilk iki grup üstünde duracağım. Demokrasiler siyasî iktidarın meşruluğunun halka dayandığı, başka bir ifadeyle iktidardakilerin yönetme yetkisini yönetilenlerden aldıkları liberal-demokratik rejimlerdir. Bunların ‘’liberal’’ sıfatı, seçilmiş iktidarların anayasa ve hukukla ve diğer denge-denetim mekanizmalarıyla sınırlanmasından ileri gelmektedir. Aslına bakılırsa, demokrasiyi ‘’demokrasi’’ yapan liberal ilke ve kurumlardır.

Demokrasinin tam karşıtı otokrasidir. Otokratik rejimde iktidarın kaynağı halk değil, yöneten kişi veya grubun kendisidir; iktidar mevkiindeki(ler) yönetme otoritesini başka bir kaynaktan değil de doğrudan doğruya kendilerinden alırlar. Otokratik yönetici ayrıca iktidarı kullanma tarzı bakımından siyaseten ve hukuken sorumsuzdurlar, yani kimseye hesap vermek durumunda değildir. Otokratik rejimler aynı zamanda anayasal-olmayan rejimlerdir. Kural olarak, siyasî kamu otoritelerinin (yasama ve yürütme organlarının) seçimle belirlendiği bir sisteme otokrasi denemez. Ancak, seçimlerin iktidarın değişmesini gerçekten sağlayacak şekilde özgür, âdil ve yarışmacı özellik göstermediği ve yöneten(ler)le halk arasında sahici bir sorumluluk ilişkisinin var olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.

Otoriter ve totaliter rejimlerle diktatörlükler de demokratik olmayan rejimlerdir. Otoriter rejim bir kişi veya grubun siyasal alanı tekelinde bulundurduğu ve halk katılımına yer vermeksizin ülkeyi yönettiği rejim tipidir. Bundan farklı olarak, totaliter rejimin özelliği ise iktidarın tüm toplumu kapsaması, yani sadece siyasal alanı değil sivil alanı da denetimi altında bulundurmasıdır. Ayrıca, totaliter rejimler genellikle toplumu resmî ideoloji doğrultusunda dönüştürmeye çalışırlar. Bunlar sıkça halkın mobilize edilmesine dayanan katılımcı rejim görüntüsü verebilirlerse de, bu, iktidarın gerçekten halktan kaynaklandığı anlamına gelmez.

Bu iki tip arasındaki başka bir fark da, totaliter rejimin kategorik olarak anti-liberal olmasına karşılık, otoriter rejimlerin liberal kurumlarla kısmen bağdaşabilir olmasıdır. Totaliter rejimler hayatın kamusal, sivil ve özel alanları arasında ayrım yapmadıkları gibi, bunların iktidarın sınırlanması veya frenlenmesi gibi bir amaçları da yoktur. Buna karşılık, otoriter yönetimler genellikle toplum hayatının her yönünü kontrol etmeye çalışmazlar; siyasî iktidara ilişkin bir iddiada bulunmamaları kaydıyla, yurttaşların ekonomik ve sivil özgürlüklerini kullanmalarına kısmen müsaade edebilirler. Gerek otoriter gerekse totaliter rejimlerde iktidar halktan (yönetilenlerden) kaynaklanmadığı için, bunlar aslında otokrasinin alt türleri olarak da nitelenebilirler.

Demokratik olmayan rejimler günlük konuşma dilinde çoğu zaman diktatörlük olarak anılırlar. Diktatörlük terimi her ne kadar genellikle tek-kişi yönetimini çağrıştırsa da, her zaman öyle olmak zorunda değildir; askerî diktatörlükler ve cunta yönetimleri gibi, bir grup veya zümrenin diktatörlüğü de söz konusu olabilir. Diktatörlüğü asıl tanımlayan düşük kurumsallaşma ile keyfî ve kontrolsüz yönetimdir; anayasa ve hukuk tanımazlık diktatörlüğün şanındandır. Diktatörlüklerde kurumsallaşma ya zaten düşük düzeydedir veya rejim var olan kurum ve kuralları günbegün tahrip ediyordur. Kısaca, bu kuralsızlığı ve arızî özelliği nedeniyle, diktatörlük bir rejim tipi olmaktan ziyade fiilî bir durum olarak nitelenebilir.

Garip gelebilir ama diktatörlükler kimi zaman demokratik bir görünüme bürünmüş olabilirler, popülist veya plebisitçi diktatörlük örneklerinde olduğu gibi. Populist diktatörlükte, iktidara seçimle gelmiş olan parti veya kişi ‘’biz ve onlar’’ (iyiler ve kötüler) karşıtlığı temelinde şekillendirdiği siyaset ‘’arenası’’nda kendisini ‘’kötülerin komploları’’na karşı ‘’halkın çıkarları’’nın koruyucusu olarak sunmak suretiyle ve kural ve kurumlara aldırmaksızın ülkeyi keyfî bir şekilde yönetir. Plebisitçi diktatörlük ise halk tarafından seçildiği için halkın temsilinde tekel iddiası güden, dolayısıyla gitgide yasama organını da devre dışı bırakan devlet başkanının hukukla bağlı hissetmeksizin resmen yetkili olmadığı konularda da halk adına otorite kullanmaya hakkı varmış gibi davrandığı rejimdir. Plebisitçi diktatörler bir yandan kişilerin temel haklarını kısıtlarken, öbür yandan tekrar tekrar başkan seçilmelerini garanti eden düzenlemeler yaparlar.

 

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir