Geçen haftaki yazımda AKP hükümetinin reform vaadi izlenimi yaratan açıklamalarını ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamıştım. Aradan geçen bir hafta içindeki gelişmelere bakınca, ne yazık ki bu konuda ‘’ihtiyatlı iyimserlik’’in bile fazla bir iyimserlik olduğunu düşünmeye başladım.  

Bu süre içinde neler olduğunu bir hatırlayalım. Önce, ‘’Kanal İstanbul’’ adlı ucube projeye karşı afişler astırdığı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma açılacağı haberi geldi ve hemen ardından İmamoğlu hakkında adlî ve idarî olmak üzere iki koldan soruşturma başlatıldı. Nereden bakarsanız bakın, hükümetin bu tepkisi makul değildir ve hiçbir tutarlılığı da yoktur.

Öyle değil mi ya!… İstanbul’da yapılması düşünülen bir kanal hakkında yine İstanbul’un Belediye Başkanının tutum almasından daha doğal ne olabilir?  Esasen, İstanbul’un Başkanının İstanbul’la ilgili bir projenin dışında tutulmak istenmesinin baştan beri iler-tutar bir yanı yok. Sonra, ortada ne ceza hukuku anlamda bir suç var, ne de idarî olarak soruşturulması gereken bir usulsüzlük veya yolsuzluk… Öyleyse, kısa süre önce reform eşiğinde olduğunu beyan etmiş olan bir iktidarın bu tavrı da ne oluyor?…

Ha, bir de Kanal İstanbul bir ‘’devlet projesi’’ olduğu için ona karşı çıkılamayacağına ilişkin saçma-sapan bir söylenti dolaştı ortalıkta bir ara. ‘’Devlet projesi’’ diye özel statü çağrıştıran hukukî bir kategorinin olmaması bir yana, öteden beri hepimizin aşina olduğu o mahut ‘’devlet politikası-hükümet politikası’’ ayrımının bir benzeridir bu. Bizimki gibi devleti tanrılaştıran bir kültürel zeminde bu tür illüzyonların normal olduğunu düşünsem de, yine de bir şeyi ‘’Devlet’’e izafe etmenin veya bir şekilde ‘’Devlet’’le ilişkilendirmenin onun hakkındaki tartışmayı otomatik olarak sona erdireceğini varsayan antidemokratik ve hukuk dışı zihniyetin toplumumuzda bu kadar kök salmış olmasına hayıflanmaktan kendimi alamıyorum!

Her neyse. Bu soruşturma parodisinin arkasından, malum mafya figürünün ana muhalefet partisi liderini tehdit eden mektubu geldi. Mektubun kendisinden daha da vahim olarak, bu çirkin davranışa iktidarın gayrı resmî küçük ortağının başındaki adam açıkça destek verdi ve ne acıdır ki geçen hafta ‘’hukuk devleti’’nden, ‘’adalet’’ten dem vuran AKP cenahından bu terbiyesizliğe ve demokrasiye yönelik tehdide karşı da hiçbir ses yükselmedi. Gerçi ben buna da pek şaşırmadım, çünkü Türkiye’de mafyatik iş ve ilişkilerin devletin doğasına içkin olduğunu siyasî tarihimizden bildiğimiz gibi, şahsen ben bunların bir kısmına tanık olmaya yetecek kadar bir siyasî gözlem tecrübesine de sahibim. Lâfı uzatmadan, 1996’daki Susurluk vakasını ve bugün gündemde olan mafya figürünün karıştığı 2004 tarihli devlet skandalını hatırlatmakla yetineyim.

Son olarak da Cuma günü Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi’ne yönelik olarak gerçekleştirilen polis operasyonuna işaret etmek isterim. Operasyon çerçevesinde yapılan baskında, 20 kadarı avukat olmak üzere 100 civarında kişi gözaltına alındı. Bu operasyon, Kürt sorununa ilişkin olarak bir zamanlar müzakereye dayanan ‘’barışçı-demokratik’’’ çözüm projesi geliştirmiş olan AKP iktidarının artık dümeni ‘’Devletin’’ güvenlikçi yaklaşımına kırdığının ve bu yolda ısrarlı olacağının yeni bir göstergesidir. Yani, devlet hem dağdaki Kürdü silâh zoruyla yok etmek, hem de Kürtlerin sivil-demokratik oluşumlarını da sözde ‘’hukuk yoluyla’’ bastırmak istiyordu; MHP destekli AKP iktidarının yaptığı da zaten bundan ibaret.

Bütün bunlarda insanı kötümserliğe sevk eden sadece, iktidarın kendi reform vaadiyle bağdaşmayan bütün bu menfî gelişmelerdeki dahli değildir. Asıl mesele, bütün bunlar olurken, öte yandan hükümetin reform vaadine uygun olarak olumlu yönde henüz hiçbir adım da atmamış olmasıdır. Oysa, hiç değilse, tanık olduğumuz bu olayların en azından kendi sorumluluğunda olanlarının yeni kararlaştırılmış tercihler değil de daha önce başlatılmış olan işlerin devamı olduklarını düşündürecek şekilde, hükümet bu arada iyi yönde de bazı adımlar atmaya başlamış olsaydı, onun reform vaadi konusunda ‘’ihtiyatlı’’ da olsa iyimserliğimizi koruyabilirdik. Ancak ne yazık ki durum bu değildir.

Umarım yanılıyorumdur.

(Diyalog, 22 Kasım 2020)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir