“Anayasa bireysel hakları tecavüzlere karşı korursa da, o bir intihar fermanı değildir.” Bu cümle Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin 1963 tarihli bir kararında yer alıyor. ABD’nin kuruluşunun fikri mimarlarından sayılan Benjamin Franklin ise bir keresinde şöyle demiş: “Biraz güvenlik elde etmek için özgürlükten vazgeçebilenler ne özgürlüğü ne de güvenliği hak ederler.”
Bu sözlerde birbirine tamamen zıt olan iki farklı görüş yansımaktadır. Birincisinde Yüksek Mahkeme demek istiyor ki, sivil özgürlükleri koruma konusunda “aşırıya” kaçar ve güvenlik (ve düzen) ihtiyacını gözardı ederseniz, bu sizi intihara götürebilir. Benjamin Franklin ise bunun aşağı yukarı tersi yönde bir uyarı yapmış: Güvenlik kaygısını ileri götürürseniz, karşılaşacağınız son sadece özgürlüklerinizi yitirmek olmaz, asıl amacınız olan güvenliği de elde edemezsiniz.
Hangi görüşün doğru veya daha ikna edici olduğuna gelince, şurası kesin: Soyut veya teorik tartışma düzeyinde özgürlükçü perspektifin taraftarları güvenlikçi yaklaşımdan pek aşağı kalmayabilir, ama pratikte çoğu zaman güvenlikçi yaklaşım galip gelir. Bunda, güvenlik odaklı yaklaşımın insanın soğukkanlı düşünme yeteneğini adeta ıskat eden bir belagatin arkasına saklanmasının büyük payı var. Bazan demagoji ölçüsüne varan işbu retoriğin ana malzemesi “denge” metaforudur.
Buna göre, güvenlik ile özgürlük arasında bir denge vardır veya olması gerekir. Güvenliği ancak özgürlük pahasına ve özgürlüğü de güvenlik pahasına elde edebilirsiniz. Başka bir anlatımla, özgürlükte bir miktar artış sağlamak için aynı miktarda güvenlikten vazgeçmek, daha fazla güvenlik elde etmek için ise özgürlüklerden o ölçüde fedakârlık etmek gerekir.
Bir de şu var tabii: “Özgürlük-güvenlik dengesi” söylemi en fazla iktidar sahipleri arasında revaçtadır. Özellikle de şiddet veya terörün toplum için genel bir tehlike haline geldiği dönemlerde bu metafora daha fazla başvurulur. Gerçekten de yöneticiler böyle dönemlerde terörle başa çıkabilmek için herkesin özgürlüklerinden daha fazla fedakarlıkta bulunması gerektiğini buyururlar.
Aslına bakılırsa, çoğu kişiye ikna edici gelse de, bu denge söylemi baştan sona sakat bir akıl yürütmeye dayanmaktadır. Her şeyden önce, bu söylem güvenliği özgürlükle eşit ağırlıkta bir değer olarak kabul eden bir anlayışa dayanmaktadır. Hatta “güvenlikçi” bakış açısı özgürlüğü güvenliğe göre ikinci değerde görür. Oysa, özgür ve medeni bir toplumsal hayat için güvenlik elbette vazgeçilmez önemdedir, insanlar ancak güvenli bir ortamda kendini özgür hissedebilir ve özgürce hareket edebilirler. Yine de bu, güvenliğin “kendi başına” veya “kendinde” bir değer olduğu anlamına gelmez. Güvenliğin değeri, özgürlük ve adalet gibi başka değerlerin varlık koşulu olmasından ileri gelmektedir. Güven içindeki insanlar özgürlük aracılığıyla kendi potansiyelini geliştirebilir, kendilerini gerçekleştirebilir ve hayatı kendilerince anlamlı olarak yaşayabilirler.
Öte yandan, güvenliği özgürlük pahasına elde etmek durumunda değiliz, güvenlik pekalâ özgürlüğü hiç feda etmeden de artırılabilir. Kaldı ki, özgürlük feda edildiği halde daha fazla güvenlik elde edilemeyebilir. Özgürlükten fedakârlık etmenin güvenlik üzerinde olumsuz etkisi vardır. Esasen özgürlüğün olmadığı yerde kimse güvende değildir. Sivil özgürlükleri habire kısıtlanan ve her an yeni kısıtlamalara maruz kalacakları endişesi içinde yaşayan insanlardan oluşan bir toplum güvenli bir toplum olmaktan çoktan çıkmıştır.
Üstelik özgürlüklerdeki azalmanın güvenliği gerçekten artıracağından da hiçbir zaman emin olamayız. Bu durumda, “güvenliğimiz için özgürlüklerimizden fedakârlık etmemiz gerek” söylemi sonuçta kişileri devlet karşısında daha fazla korumasız bırakmaya hizmet edecektir. Oysa, tarihsel tecrübe göstermiştir ki, özgürlüğe yönelik en büyük tehlike devletten gelir. Terörist örgütlerden gelen tehlike devletten gelen tehlikeyi ortadan kaldırmayacağı gibi, daha da artırabilir.
Bu meselede kendimize bir de şunu sormalıyız: Bazı kişilerin, hatta -diyelim çoğunluğun- güvenliği uğruna, varsayılan güvensizlikten sorumlu tutulamayacak olanların özgürlüğünü kısıtlamaya hakkımız var mıdır? Özgürlük böyle toptancı bir hesaplamaya feda edilebilir mi?..
Bir şey daha: Dengeci görüş doğru olsaydı, dünya üzerindeki en az özgür ülkeler en güvenli, en özgür ülkeler de en güvensiz olurdu. Bu empirik olarak doğrulanamayacağı gibi, böyle bir varsayımı ciddiye almamız halinde insanî varoluşumuz mahiyeti üzerine düşüncemizi de yeni baştan gözden geçirmemiz gerekir.
Sonuç olarak şu açık görünüyor: Özgürlük-güvenlik dengesi söylemi hemen hemen her zaman baskıcı tedbirlerin sözde meşrulaştırılmasına zemin hazırlar. Bu da şaşırtıcı değil, çünkü dengeci söylemin bağlılığı genellikle sanıldığı gibi hem güvenliğe hem özgürlüğe değil, aslında sadece güvenliğedir. Bu da gösteriyor ki, devletle ilgili her tahlilin eninde sonunda gelip dayanacağı yer “hikmeti hükümet”tir. (Diyalog, 3 Aralık 2023)