Benim en çok nefret ettiğim şey, bazı piyasa severler tarafından da kullanılan, sözüm ona ‘’kişisel özgürlük’’ (veya sivil özgürlükler) ile ‘’iktisadî özgürlük’’ arasında yapılan ayrımdır. Genellikle vicdan ve din, ifade ve basın özgürlüklerini içeren ilkinin yüce ve manevî olduğu, buna karşılık ticaretle ve zenginlik arayışıyla ilgili olan ikincisinin bayağı ve maddeci olduğu düşünülür. Bu düşüncenin kökleri antik döneme kadar geri gitmektedir.
Bu ayrım piyasaları ve ‘’iktisadî özgürlük’’ü hor görenleri heyecanlandırırken, piyasa taraftarı düşünürler bunu anlaşılabilir analitik nedenlerle kullanırlar. Ben yine de piyasa-karşıtı aktivistleri bu noktada bırakmak için hiçbir neden görmüyorum.
Özgürlüklerin bu şekildeki ayrıştırılması Yüksek Mahkeme’nin ‘’New Deal’’ dönemine ait 1938 tarihli bir kararında benimsenmiştir. Kararın ünlü dipnotunda özetle söylenen şuydu: İktisadî özgürlüğe devlet müdahalesi kişisel özgürlüğe müdahalenin gerektirdiği kadar sıkı bir denetimi gerektirmez. Anayasanın Beşinci ve Ondördüncü Değişikliklerinde yer alan mülkiyet haklarının korunmasını veya 1. Maddenin 10. Bendinin/fıkrasının sözleşmeleri eyaletler karşısında korumasını Yüksek Mahkeme yargıçlarının nasıl görmezlikten geldikleri benim için bir sırdır, ama sonuç olarak [bu karar] Kongreye ve eyalet yasama meclislerine iktisadî sayılan etkinlikleri düzenleme konusunda daha geniş bir serbestlik tanımaktadır.
Bir yorumcuya göre, ‘’iddia edilebilir ki, Birleşik Devletler anayasa hukukundaki en önemli dipnot olan Carolene Products Company’ye karşı Birleşik Devletler kararındaki (1938) ‘’Dördüncü Dipnot’’, Yüksek Mahkemenin içtihadında mülkiyet haklarının korunmasından, Birinci Değişiklikte yer alanlar gibi diğer bireysel hakların korunması yönünde bir kaymaya işaret etmektedir. Bu ifade ‘’diğer’’ kelimesiyle, en azından mülkiyet haklarını bireysel haklarımız arasına dahil edilmektedir, oysa söz konusu dipnotun ve onun altında yatan felsefenin çoğu fanları bu kadarını bile yapmamaktadır.
Neresinden bakarsak bakalım, 80 küsur yıl önce Yüksek Mahkeme bazı haklar veya özgürlüklerin diğerlerinden daha eşit olduğunu ilân etmiştir. Ülkenin entelektüel elitinin de çoğu aynı fikirdedir. Böylece eşit özgürlükler fikri eski moda haline gelmişti, bugün de öyledir.
Bazı hakları ikinci sınıf sayan -yani onları gerçekte hiç te hak olarak görmeyen- bu iki kademeli sistemin reddedilmesi gerekir. Bireyler her an çok çeşitli amaçları gerçekleştirmeye çalışan varlıklardır. Ayrıca, sahip oldukları maddî şeyler insanların gerçekleştirmek istedikleri amaçlar bakımından maddî olmayan değerler kadar önemlidir. Thomas Sowell Basic Economics adlı kitabında bunu şöyle ifade ediyor: ‘’Şüphesiz iktisadî-olmayan değerler vardır, aslında sadece iktisadî-olmayan değerler vardır.’’
İktisat kaçınılmazdır çünkü insanlar herhangi bir nedenle mübadeleye girdikleri veya mübadeleden kaçındıkları zaman toplumsal olarak ve bireysel olarak cereyan eden şeyin ne olduğunu iktisat keşfeder. İktisat disiplini mübadelenin kastedilen ve özellikle kastedilmeyen sonuçları üzerinde odaklanır; paranın takasın yerini almak üzere ortaya çıkması ve piyasalarda nispî fiyatların doğması gibi. İktisatçıların bazı tür faaliyetleri görmezlikten gelmeleri o faaliyetleri başka tür faaliyetlerden daha asil yapmaz.
Kaldı ki, ‘’kişisel özgürlük’’ maddî nesnelerle de ilgili olduğu için onun kullanılmasının iktisadî sonuçları da vardır. ‘’Serbest ifade’’ kaynakların kullanılmasını gerektirir ve kaynaklar da modern bir toplumda piyasada kazanılır. En azından, konuşmacının bir yerde durması gerekir. Bütün etkinliklerin piyasada -çok hafif bile olsa- sonuçları vardır. Bunlar istihdamı etkilerler; belirli türden işlerin lehine veya aleyhine sonuçları olur ve malların fiyatlarını değiştirirler. Eğer bir kimse dünyanın büyük müzelerini, mimarî harikalarını ve senfoni salonlarını ziyaret etmek amacıyla para kazanmak için uzun saatler çalışırsa, bu kişi iktisadî bir amacın mı yoksa gayrı iktisadî bir amacın mı peşindedir?
Her durumda, özellikle ticaretin aşağılanması amacıyla (mütecaviz olmayan) insan faaliyetlerini alışıldık biçimde sun’î olarak bölmek hiçbir anlam ifade etmez. Bütün doğal haklar hukukun eşit korumasını hak ederler. Devletin ayrım yapma yetkisi olmaması gerekir.
Bütün insan faaliyetinin genel özelliğini vurgulamış olan iki iktisatçı Avusturya ekolünün önde gelen temsilcilerinden Ludwig von Mises ile İngiliz iktisatçı Philip Wicksteed’tir. Mises bütün insan faaliyetinin mantıkî yapısının analizini praxeology olarak adlandırmış ve iktisadın bu disiplinin en gelişmiş dalından ibaret olduğuna işaret etmiştir. İktisadın Epistemolojik Problemleri’nde şöyle yazmıştı: ‘’İnsan faaliyeti hakkında söylediğimiz her şey bireysel durumda onun arkasındaki saiklerden ve yönelik olduğu amaçlardan bağımsızdır. Onun maddî veya idealistik amaçların gerçekleştirilmesine yönelik olup olmaması… herhangi bir fark yaratmaz…’’
Ve eserlerinin Avusturya ekolüyle uyumlu olması nedeniyle ‘’İngiliz Avusturyalı’’ olarak anılan Wicksteed de Siyasî İktisadın Sağduyusu adlı eserinde şöyle yazmaktadır:
‘’İş hayatındaki davranışımızı düzenleyen genel ilkeler bizim hayatın başka alanlarındaki düşüncelerimizi, alternatifler arasındaki seçimlerimizi ve kararlarımızı düzenleyen ilkelerle aynıdır… bir kişiyi iş hayatında yönlendiren nihaî saiklerle onu aile hayatında veya kamu hayatında yönlendiren saikler arasında herhangi bir ayrım yapmaya dönük bütün teşebbüsleri açık bir şekilde ve kesin olarak terk etmenin zamanının geldiğini göstermeye çalışacağım. İktisadî ilişkiler bizim amaçlarımızı -onlar her ne olursa olsun- gerçekleştirmemize aracılık eden karmaşık bir mekanizma oluşturur.’’
Öyleyse, iktisadî ve kişisel özgürlüğün statülerinin eşit olmadığından artık söz etmeyelim. Onlar bir ve aynıdır. (Sheldon Richman, ‘’Equal Rights Now!’’, The Libertarian Institute, November 12, 2021)