İki hafta önceki yazımda, AKP ileri gelenlerinin gündeme getirdikleri ve MHP’nin de desteklediği ‘’yeni anayasa’’ çıkışını ‘’sahte gündem’’ olarak nitelemiştim. Aynı çevrelerden daha sonra medyaya yansıyan haberlere bakılırsa, AKP-MHP ikilisinin bu konuda samimi olup olmadıkları halâ belirsizdir. Aynı yazıda, AKP-MHP bloku bu girişimde başarılı olsalar bile, bu çabadan ortaya çıkacak olan ürüne ‘’anayasa’’ denemeyeceğine de dikkat çekmiştim

Ancak, AKP-MHP blokunun gerçekte ne yapmak istediği bir yana, hâlihazırda Türkiye’nin sahiden yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır. Esasen, bu ihtiyaç bugün ortaya çıkmış ta değildir, bu 82 Anayasası yürürlüğe girdiğinden beri var olan bir ihtiyaçtır. Gerçi 12 Eylül Anayasasında 1987’den itibaren büyüklü-küçüklü pek çok değişiklik yapıldı; ama bunların bir kısmı ‘’esasa müessir’’ değildi. Esasa müessir olanlar içindeki olumlu değişiklikler (başlıca 2001, 2004 ve 2010 değişiklikleri) ise o anayasanın ruhunu özgürlükçü-demokratik yönde iyileştirmek için yeterli değildi. 

En son 2017’de yapılan ve 2018 Temmuz’unda yürürlüğe giren Anayasa değişikliği ise gerçekte ‘’anti-anayasal’’ bir girişimdi. Erdoğan-Bahçeli ikilisi bu yolla Türkiye’nin o tarih itibariyle iyi-kötü var olan anayasal düzenini tamamen ortadan kaldırdılar. Aslına bakılırsa, bu anayasa revizyonu Temmuz 2016’daki darbe girişimini takiben geçilen olağanüstü rejimin doğal bir sonucu olarak görülmelidir. Nitekim, 2017 değişikliklerinin yürürlüğe girmesiyle, 15 Temmuzu izleyen darbe rejimi kalıcı hale gelmiş oldu.

Türkiye’nin sahiden yeni bir anayasaya ihtiyacı var dedim. Bu iki yönlü bir ihtiyaçtır; bir yönü ‘’doğru anayasa’’ yapmakla, diğer yönü ise anayasayı ‘’doğru’’ yapmakla ilgilidir. Başka bir ifadeyle, yeni anayasanın hem muhteva bakımından doğru anlamda ‘’anayasa’’ niteliğine sahip olması, hem de doğru usulle yapılması gerekmektedir. Aslında usul ve esas birbiriyle yakından ilişkilidir; büyük hukukçu Lon Fuller’ın dediği gibi: ‘’İşleri doğru yoldan yaparsak, doğru şeyi yapma ihtimalimiz artar.’’ Malum, bizim de usulün önemini vurgulayan veciz bir sözümüz var: ‘’Usul esastan önce gelir’’.

Peki anayasa yapımında ‘’doğru usul’’ nedir? Çok kısa olarak cevaplamak gerekirse, bu ‘’geniş katılımlı demokratik bir müzakere ve kararlaştırma’’ usulüdür. Bunun pratik anlamı ise şudur: Baştanbaşa yeni bir anayasa, ancak tam bir ifade özgürlüğü ortamında ve toplumun hiçbir kesimini dışlamayacak şekilde yapılmak zorundadır. Bu şekilde oluşturulacak kapsayıcı ve çoğulcu temsile dayanan bir ‘’kurucu meclis’’in öncülük ve koordine edeceği bildik resmî anayasal süreçte (parlamento görüşmeleri + referandum) her türlü görüş ve önerinin dikkate alınmasının sağlanması gerekecektir.

Bu demektir ki, ilk olarak, parlamenter muhalefetin ve iktidara eleştirel duruşu olan kişi, grup ve örgütlerin dışlandığı, hatta düşmanlaştırıldığı ve sırf görüşlerini ifade ettikleri için yurttaşların hapsedildiği veya hapsetme tehdidiyle sindirildiği bir ortamda anayasa yapılamaz. Onun için, en başta fikirleri, ideolojileri veya siyasî duruşları yüzünden hapsedilmiş olan -siyasetçisi, gazetecisi, sivil toplum öncüsü ve kanaat önderleri dâhil- binlerce kişinin hemen serbest kalmasını sağlayacak bir düzenlemeye ihtiyaç var. Açıktır ki, toplumsal barışın olmadığı bir ortam anayasa yapımı için hiç de uygun bir ortam değildir.

İkinci olarak, %10 barajlı bir seçim sistemiyle oluşturulduğu için ‘’milleti’’ temsil yeteneği bir hayli düşük olan hâlihazırdaki Meclisle de yeni anayasa yapılamaz. Yeni anayasa yapımı sürecine öncülük edecek olan, ‘’kurucu’’ niteliği hâiz Meclisin barajsız bir sistemle, geniş katılımlı, rekabetçi ve her bakımdan özgür bir seçimle oluşturulması şarttır. Eğer mümkün olur da bu şekilde yeni bir anayasal düzene geçilirse, baraj konusu o zaman yeniden düşünülebilir. Yani, ya seçim barajı daha makul bir seviyeye çekilebilir, ya da tamamen başka bir seçim sistemine geçilebilir.

Kısaca, iktidar bloku ‘’yeni anayasa’’ konusunda samimi ise, ilk olarak yapması gereken hem üslûbunu hem de icraatlarını buna göre düzeltmesidir. Ayrıca buna, yeni anayasa yapma amacına uygun bir ‘’çevre temizliği’’nin, yani mevzuat değişikliğinin de eşlik etmesi şarttır. Aksi halde iktidar partilerinin yeni anayasa yapma yolundaki niyet beyanlarının hiçbir inandırıcılığı olmayacaktır. (Diyalog, 22 Şubat 2021)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir