Prof. Dr. Nur Vergin’in vefat ettiğini üzüntüyle öğrendim.
Nur Vergin’le ilk defa sanırım 1989 sonu veya 1990 başında Ankara’da ‘’Türkiye Günlüğü’’ dergisinin ofisinde tanışmıştım. Dergide o sıralar yeni yayımlanmış olan ‘’1980’lerde Türk Siyasetinin Transformasyonu’’ başlıklı makalemi beğendiğini söylemişti. Makalede, Türkiye siyasetini ’’devlet-siyasal sistem’’ karşıtlığı ekseninde ele almış ve Özal’ın devlet-karşıtı söyleminin –”sivil”in türevi anlamında- ‘’siyasal’’ı öne çıkaran bir trendi desteklediğini ileri sürmüştüm.
Nur Vergin’le bir sonraki görüşmemiz ‘’Yeni Forum’’ dergisinin Eylül 1991’de Bodrum-Yalıkavak’ta düzenlediği uluslararası bir toplantıda oldu. Orada geçirdiğimiz birkaç günde aramızda dostça bir ilişki gelişti. Bunu izleyen birkaç yılda ahbaplığımız devam etti, sık sık -daha çok da onun aramaları üstüne- telefonla sohbet ediyorduk. Ancak daha sonraki yıllarda dostça ilişkimiz bir şekilde zayıfladı.
İlişkimizin zayıflamasında, sanıyorum, benim zamanla devletçi ve milliyetçi tezleri gitgide daha fazla karşıma almam ve devlet-toplum ilişkisini daha ‘’sivil’’ bir perspektiften görmeye başlamam da etkili oldu. Buna, benim 90’ların ortalarından itibaren ‘’sivil toplum’’u, kültürel çeşitlilik ve çok-kültürlülüğü öne çıkaran yazılarım eşlik etti.
Kendisine haksızlık etmemek için şunu da söylemeliyim ki, Nur Vergin aile kökeni itibariyle bürokratik-devletçi bir duygu-düşünce ikliminden gelmekle beraber, ‘’çevre’’nin veya ‘’kenar’’ın dışlanmışlığına da hayıflanıyor ve bu dezavantajlı kesimlerin ‘’merkez’’ karşısında kendini gösterme çabasına ve refah, onur ve demokrasi arayışına da sempati duyuyordu. Nur Vergin tipik bir devletçi-Kemalist değildi yani. Ama sanıyorum onun hayatında ve siyasî olarak tutum alışlarında asıl belirleyici olan hep bu ikilem olmuştur. Bu huzursuz ruh hali içinde ‘’devlet’’i ve ‘’millet’’i aziz tutmaktan tam olarak vaz geçmediyse de, fırsat çıktıkça –sıradan insanlar anlamında- ‘’halk’’tan yana bir refleks göstermekten de geri durmadı.
Bu dönemde hükümet sistemi tartışmalarında kendisinin ‘’parlamentarist‘’ olarak algıladığı benim pozisyonumu eleştiren bir gazete yazısı yazdığını da hatırlıyorum. O sıralar kendisi Cumhurbaşkanı Demirel’in yarı-başkanlıkçı hükümet sistemi arayışlarını desteklerken, ben Demirel’in bu çıkışının ilkeli bir yöneliş olmaktan çok kendisinin iktidar arayışının bir kamuflajı olduğunu savunmuştum çünkü.
Nur Vergin’le en son bir araya gelişim 2009 yılı başlarında Nazlı Ilıcak’ın evindeki on-onbeş kişilik bir yemekli sohbette oldu. Ben o toplantıda, sohbete bir giriş olarak Jürgen Habermas’ın ‘’anayasal vatandaşlık’’ tezini Türkiye’nin kültürel çeşitlilik meselesiyle, bu arada Kürt sorununun demokratik çözümüyle de ilişkilendiren enformel bir sunuş yapmıştım. Nur Hanım sunuşumu beğenmiş ve böylece ilişkimiz yıllar sonra yeniden düzelmiş gibi oldu. Ama maalesef daha sonra bir daha görüşme, hatta haberleşme şansımız olmadı.
Nur Vergin her şeye rağmen saygıyla anılmayı hak eden bir insan ve iyi bir sosyal bilimciydi. Allah rahmet eylesin.