Türkiye’nin eğitim-öğretim sistemi bugün itibariyle iflâs etmiş durumdadır. Gerçi öteden beri durumu pek parlak değildi ama AKP iktidarının bugün getirdiği noktada bu sistem tamamen çıkmaza saplanmış bulunuyor. Nitekim, son yıllardaki bütün göstergeler orta öğretimi tamamlayıp yükseköğretimin eşiğine gelen öğrencilerin çok büyük çoğunluğunun, bırakınız üniversite tahsili için gerekli olan standartlara erişmiş olmayı, gündelik hayat için gerekli olan temel bilgilerden ve zihinsel becerilerden bile yoksun olduklarını gösteriyor.

Malum, resmî Türkiye bir süredir bölgedeki ve hatta dünyadaki konumuna ilişkin oldukça iddialı bir söylem tutturmuş bulunuyor ama böyle yüksekten uçan iddialar sözkonusu olmasaydı bile, Türkiye’nin mevcut eğitim sisteminin bu haliyle sürdürülebilir olmadığı açıktır.

Peki bu durum düzeltilebilir mi?… Eğitimin hedef ve yöntemlerini doğru belirlemek ve sistemi ehil kadrolarla donatmak şartıyla, evet. Ama tabiî, bu işin kısa zamanda halledilebileceği hayaline de kapılmamak gerekiyor.

Demek ki, en başta eğitim sisteminin amaçlarının, izlediği yöntemlerin ve çalıştığı kadroların hepsinde temel hatalar yapılmış olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Bunların bir kısmı AKP iktidarının kendinden önceki dönemden devraldığı ve sadece görüntüsünü değiştirerek sürdürdüğü, bir kısmı ise AKP’nin sisteme bulaştırdığı temel hatalardır.  Açıktır ki, bu hatalarla ilgili olarak doğru tespit ve teşhisler yapmadan mevcut sistemi düzeltmek mümkün değildir.

Mevcut sistemin temel hatası eğitim-öğretimle ulaşmak istediği amaçların yanlış olmasıdır: Türk eğitim sisteminin amacı, hiçbir zaman zihinsel yetenekleri gelişmiş ve hayatla baş edebilecek bilgi ve becerilerle donanmış, karakter sahibi, özgür ve özerk bireyler yetiştirmek olmamıştır.  Carî sistem  bu amacı, başta devlete olmak üzere otoritelere itaati alışkanlığa dönüştürmüş ve ayrıca rejimin ideolojik ve stratejik önceliklerine uygun kitle insanı üretmek amacına feda etmiştir. Bu sistem açık zihinli, serbest düşünceli, soru soran ve sorgulayan öğrenciler yetiştirme amacından ”vebadan kaçar gibi” kaçmış; öğrencilere işe yarar, sahici beceriler kazandırmak gibi bir derdi olmamış; bilgi verir gibi yaptığı durumlarda bile ideolojik endoktrinasyonu tercih etmiştir.

Onun içindir ki, bizim  orta-öğretimi bitirmiş ortalama bir gencimiz sadece matematik ve fen bilimleri alanında elementer bilgi ve becerilerden yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda onun Türkiye ve dünya hakkında sahip olduğu tasavvur da gerçeklerle uyuşmayan, hayalci bir tasavvurdur.  Nihayet bu sistem ”iyi Türk”e karşı ”kötü Türk-olmayan” ikiliğine dayalı bir zihniyeti yeşertip büyüttüğü için, ”yurtta sulh dünyada sulh” resmî mottosuna rağmen, öğrencilerde hem içe hem de dışa dönük olarak barışçı olmayan bir zihniyeti beslemektedir.

AKP ise devraldığı bu sistemde esasa ilişkin hiçbir olumlu değişiklik yapmadığı gibi, sistemin endoktrinasyoncu yapısını da kendi dinî-ideolojik amaçlarına uyarlayarak devam ettirmiştir. Eğitim-öğretim müfredatını ve kadrolarını, eski rejimin seküler önceliklerinin yerine dinci-İslamcı öncelikleri geçirmesine imkân verecek şekilde değiştirmiş, bu arada İmam-Hatip okullarını sistemin odağına yerleştirmiştir. Öğrencilerin biat kültürünü içselleştirmelerini de amaçlayan bu tercihin sorgulayıcı ve özgür düşünceli bireyler yetiştirmek gibi bir derdi de olamayacağı apaçıktır. Bu tercihin başka bir sonucu da, eğitim müfredatında matematik ve fen bilimlerinin marjinal hale gelmesi olmuştur. Beşerî ve sosyal bilimler alanında ise dinci saplantılar öğrencilerin dinî perspektiften bağımsız bilimsel bilgi edinme şansını neredeyse yok mesabesine indirmiştir.

Dahası, AKP’nin eğitim sistemine de, aynen eskisine olduğu gibi, çevremize ve dünyaya münhasıran strateji ve güvenlik kaygılarıyla bakan ve ister vatandaş isterse yabancı bir devlet olsun, resmî Türkiye’nin bu konulardaki kaygılarını paylaşmayan herkesi ”düşman” olarak kodlayan bir zihniyet hâkimdir. Lâik milliyetçiliğin yerine dinsel dozu artırılmış ve ümmetçilikle desteklenmiş bir milliyetçiliği geçirmek dışında, bu sistem milliyetçilikte ve yabancı düşmanlığında da özünde eskisinden farklı değildir. Bütün bunların sonucu, doğal olarak, barışçı değil çatışmacı (hatta, ”cihatçı”) bir kültürün teşvikidir.

Kısaca, anlatmak istediğim, eğitim sistemine hâkim olan temel bakış açısını (zihniyet ve paradigmayı) değiştirmeden, yöntem, teknik ve personelle ilgili konularda sahici bir iyileştirme yapmak ne mümkündür ne de işe yarar.

Bu yazıda Türkiye üzerinde odaklandım ama Türkiye’nin kötü tecrübesinden umarım Kıbrıs Türkleri de kendileri için bir ders çıkarmışlardır.

(Diyalog, 28 Temmuz 2019)

 

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir