Son haftalarda 14 Mayıs seçimlerinden ‘’Altılı Masa’’nın galip çıkacağına özellikle bu ittifakın sempatizanları kesin gözüyle bakıyor. Ayrıca, bu cenahta seçim sonucundan emin olma haline, muhtemel bir ‘’Millet İttifakı’’ iktidarında her şeyin yolunda gideceği ve ülkenin kısa zamanda ‘’güllük-gülistanlık’’ hale geleceği yolunda bir beklenti de eşlik ediyor.
Oysa, her iki konuda da aşırı iyimserlikten kaçınmayı gerektiren bazı nedenler var. Her şeyden önce, Altılı Masa’nın seçimlerde ancak kısmî bir galibiyet elde etmesi, yani yasama ve yürütmeden sadece birini kazanması söz konusu olabilir ki bunun Millet İttifakı’nın işini zorlaştıracağı açıktır. Özellikle, yasama organında Anayasayı değiştirmek için yeterli çoğunluğa erişememesi halinde, ‘’Altılı Masa’’nın parlamenter rejime geçiş planı suya düşecektir.
Ayrıca, olağan yasama işlevini yerine getirmesini mümkün kılacak bir yasama çoğunluğunu elde etse bile, Millet İttifakı eğer aynı zamanda cumhurbaşkanlığını da kazanamazsa, iki kanat arasında doğması muhtemel güç yarışı sistemi neredeyse tıkanma noktasına getirebilir. Öte yandan, aynı güç yarışı nedeniyle sistemin kilitlenmesi ihtimali Millet İttifakı’nın sadece cumhurbaşkanlığını kazanması halinde de gerçekleşebilir. Böyle bir durumda, yasama organını kontrol eden ‘’Cumhur İttifakı’’ Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nun kararnamelerle sonuç almaya çalışmasını engellemeye çalışacaktır.
İkinci nokta, muhtemel bir Millet İttifakı iktidarında tutarlı bir iktisat politikasının izlenip izlenemeyeceğiyle ilgilidir. Burada söz konusu olan, Millet İttifakının her iki seçimi kazanması halinde dahi karşılaşabileceği bir zorluktur. Bu zorluğun iki yanı var. İlk olarak, izlenecek iktisat politikası konusunda ortaklar arasında görüş ve anlayış birliğine dayalı uyumlu bir çalışmanın sağlanması kolay olmayabilir.
Bu meselede inisiyatifin partilerin teknokrat kadrolarında olmasının iktisat biliminin evrensel bulgularından sapma ihtimalini ortadan kaldıracağı veya azaltacağı akla gelebilirse de, özellikle CHP’nin geleneksel ekonomi-politik tercihlerinden piyasacı ‘’teknik’’ doğrular lehine vaz geçmeye istekli olduğu beklentisi gerçekçi değildir. Nitekim CHP’nin tabanında ve politik-bürokratik seçkinleri arasında ‘’neoliberalizm’’i günah keçisi olarak bellemiş ve ‘’yeniden kamuculuğa dönüş’’ dedikleri şeyin heyecanlandırdığı hatırı sayılır bir okumuş-yazmış kesim var. Bu arada, yakın geçmişte ‘’neoliberalizmin sonu(nun) geldiği’’ni ilân etmiş olan Kılıçdaroğlu’nun kendisinin de son haftalardaki pek hesap-kitap kaygısı gütmediği izlenimi veren bol keseden vaatlerde bulunduğunu unutmamak gerek.
İktisadî meselenin Millet İttifakı’nın muhtemel iktidarı için sorun işareti veren ikinci yanı, AKP-MHP iktidarının sona ermesiyle birlikte işlerin hemen yoluna gireceğine ilişkin olarak İttifak tabanında hâkim olan gerçekçilikten uzak beklentinin yol açması muhtemel sorunlardır. Oysa, bu iktidar döneminde tamamen batağa saplanmış olan ekonominin yeniden rayına oturtulması ve tamir ve telâfisi akşamdan sabaha başarılabilecek bir şey değildir. Onun için, seçimlerden sonra siyasî iktidar mevkiine gelmesi muhtemel olan Millet İttifakının, uyum içinde çalışsa ve doğru bir ekonomik program izlese dahi halihazırdaki zorlu iktisadî şartların üstesinden kısa zamanda gelmesine imkân yoktur. Bu durum yeni yönetimden yana olan kamuoyu desteğinde muhtemelen bir gerilemeye yol açacak ve iktidarı kaybetmiş olan AKP-MHP bloğu da çok zorlu bir muhalefetle hükümetin işini daha da zorlaştıracaktır.
Üçüncü bir zorluk, bir yandan bürokrasi ve yargıdaki partizan kadrolaşmanın hukuka uygun bir şekilde tasfiye edilmesi, öbür yandan -bunu tamamlayıcı bir adım olarak- ehliyet ve liyakatin her iki alanda da yeniden hâkim kılınmasıyla ilgilidir. Yargının ehliyetsiz ve partizan kadrolardan arındırılması ve bağımsızlaştırılması AKP-MHP iktidarı döneminde yapılmış olan yolsuzluk ve hukuksuzlukların hesabının sorulabilmesi ve yaratılmış olan mağduriyetlerin giderilmesi için de zorunludur. Ne var ki, bu kaçınılmaz görevleri yeni mağduriyetler yaratmadan ve makul bir süre içinde -yani, çok geç kalmadan- yerine getirmek muhtemel bir Millet İttifakı iktidarının önündeki belki de en zorlu görevdir.
AKP sonrasına ilişkin son bir endişem de şudur: AKP-MHP iktidarında dinin siyasî avantaj elde etmek için çok fazla kullanılmış olması (din istismarı) haklı olarak toplumun farklı kesimlerinde büyük tepki çekmiştir. Şimdi bu tepkinin de yanlış bir amaç için kullanılması ihtimali vardır. CHP ve kısmen İyi Parti tabanına yansıdığı şekliyle, bu tepkinin Atatürkçülüğün baskın unsurunu oluşturduğu resmî ideolojinin meşrulaştırılmasına kanalize edilmesi güçlü bir ihtimal olarak görünüyor.
Korkum odur ki, Atatürkçülük AKP’nin temsil ettiği ‘’gerici sapma’’nın panzehiri olarak görülerek eski tahtına yeniden oturtulacak ve dokunulmazlığı pekiştirilecek, bu da Türkiye’nin özgürleşme ve demokratikleşme davasını daha baştan çıkmaza sokacaktır. Atatürkçülüğe devlet eliyle her türlü tartışmayı sonlandıracak nihaî hakikat referansı muamelesi yapılması, gelişme ve ilerlemenin motoru olan serbest düşünceyi -şimdiye kadar olduğu gibi- engellemek ve zihinleri dondurmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Oysa, AKP zihniyetinin alternatifi Atatürkçülük değil, liberal-demokratik çoğulculuktur. (Diyalog, 7 Mayıs 2023)