Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta sonunda Ensar Vakfı’nda yaptığı konuşmada çok ilginç şeyler söyledi. Önce bu konuşmadan bazı alıntılar:
“Biz 14 yıldır kesintisiz hamdolsun siyasî iktidarız ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. (…) İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler. (…) Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pekçok alanda hala en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. / Biz artık 80 milyonun tamamına ulaşmak isteyen bir hareketiz, bunun farkında olmamız lazım. / Bizim gençliğimiz bu ülkeyi, bu milleti adeta nasıl bir dönüşüm, değişime tâbi tutulur bunu gösterecektir. (…) Ensar Vakfı, onun için benzer diğer bütün sivil toplum kuruluşlarımız bu konuda adeta bir rekabet içerisinde olmalı.”
Hemen belirtmeliyim ki, bu konuşma sayın Erdoğan’ın kendi taraftarları için ne kadar heyecanlandırıcı ise, genel olarak Türkiye için de o kadar kaygı vericidir. Özellikle de dünya görüşü ve hayat tarzı bakımından AKP çizgisine uzak olan geniş toplum kesimlerini hatta dehşete düşürebilecek bir konuşmadır bu. Evet, AKP çevrelerinin daha önce dolaylı veya imalı olarak işaretini verdikleri bir niyetin, sadece devleti değil toplumsal ve kültürel yapıyı da muhafazakâr-otoriteryen değerler doğrultusunda toptan dönüştürme niyetinin, bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı tarafından açık bir şekilde telâffuz edilmesidir bu.
Evet, Türkiye’nin başında, sözde demokrasi adına kamusal-siyasal alanı kontrol etmeyi yeterli görmeyip bütün bir sivil hayat alanını da kontrolü altına alma stratejisi geliştiren bir iktidar var. Sözkonusu konuşmada dile getirilen görüş ve özlemlere bakılırsa, toplumun belli bir kesimiyle kendisini özdeşleştirdiği ve onlara yaslanarak toplumun geri kalan kesimleri üzerinde kültürel tahakküm de kurmayı amaçladığı anlaşılan bir cumhurbaşkanıyla karşı karşıyayız. Ve demokrasiyi -eğer halâ böyle bir davası varsa tabiî- çoğunluğun topyekûn ve sınırsız iktidarı olarak anlayan bir cumhurbaşkanıyla…
Meselenin hukukî-anayasal yönüne ise hiç girmiyorum, çünkü anayasa, hukuk, evrensel normlar gibi konuları gündeme getirmek Türkiye’nin bugünkü şartlarında fazlasıyla lüks kaçıyor.
Bu konuşmada ifadesini bulan düşüncenin doğru bir demokrasi anlayışına dayanmadığını, tam aksine totaliter rejimlere özgü toptancı bir “toplumsal mühendislik” zihniyetini yansıttığını bir kere daha vurgulamak zorundayım: AKP Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanının söylediklerinden anlaşılıyor ki, AKP’liler esasen demokratik standartlarla tam da uyuşmayan yoldan ele geçirdikleri devlet gücünü kendi değerlerini ve hayat tarzlarını bütün bir topluma, “80 milyonun tamamına”, dayatmak için kullanmaya çalışıyorlar ve buna daha da kararlı biçimde devam edecekler.
Gerçi, sayın Erdoğan’ın “sivil toplum kuruluşları”na da görev yükleyen konuşması, Gramsciyen bir dille söylersek, ilk bakışta kültürel alanda hegemonya kurmayı toplumsal dönüşümün önemli bir aracı olarak gördükleri izlenimi vermekteyse de; daha dikkatli bir bakış, hedeflerini “rıza üretimi”nden çok “cebir kullanımı” yoluyla gerçekleştirmeyi tasarladıklarını gösterebilir. Bunun en belirgin kanıtı, cumhurbaşkanının hâlihazırdaki resmî eğitim müfredatından şikâyet etmesi ve “(d)ilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış” olduğunu iddia ettiği bu müfredatı değiştirmeye başladıklarını müjdelemesidir.
Ayrıca, bilim, kültür ve sanat alanlarında “etkin yerler”i tutmuş olan “milletine yabancı zihniyetteki” kişi ve grupların ise, AKP’lileştirilmesi büyük ölçüde tamamlanmış bulunan YÖK ve üniversiteler ile iktidarın uzantısı haline gelmiş olan Ensar Vakfı ve benzeri GONGO’lar eliyle etkisizleştirilecekleri anlaşılmaktadır.
Bu arada AKP iktidarıyla ilgili başka bir hayal kırıklığımı da belirtmek isterim. “Kültürel iktidar” deyince “muhafazakâr” bir kadronun aklına resmî eğitim müfredatından başka bir şeyin gelmemesi; dahası, kültürün “İmam-Hatipler”le ve bazı din dersleriyle özdeşleştirilmesi ne hazin bir tecellidir! AKP’liler 21. yüzyılın Türkiye’sinde bunlarla mı “kültürel iktidar” kurmayı tasarlıyorlar?…
Oysa ben muhafazakârlığın imam-hatiplilikten hem daha ciddi, hem de onunla özdeşleştirilmesi abes olan önemli birtakım değer ve kurumlara işaret ettiğini sanıyordum.
(Ortaksöz, 31 Mayıs 2017)