Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi yurttaşları olan Uygurlara yönelik gitgide artan sistematik insan hakları ihlâlleri hakkındaki haberlerin son haftalarda dünyaya yayılması uluslararası toplumda ve kısmen Türkiye’de tepkilere yol açtı. Türkiye’nin tepkisine ‘’kısmen’’ kaydını koymamın nedeni malum: Tepki resmî Türkiye’den (devletten) değil de sadece siyasî muhalefetten ve sivil kesimden geliyor.
Uygurlara yönelik baskıların derinlik ve yoğunluğu Türkiye’de kimilerinin bu olayları ‘’soykırım’’ veya ‘’etnik temizlik’’ olarak nitelemesine de yol açtı. Hatırlanacağı gibi, en son 90’lı yıllarda Ruanda’da ve eski Yugoslavya’da meydana gelen insanlık dışı fiiller nedeniyle ‘’soykırım’’ kelimesi ulusal ve uluslararası kamusal gündemin odağındaydı. Gerçi, 1915 olayları yüzünden Türkiye’ye içten ve dıştan yöneltilen ‘’Ermeni soykırımı’’ isnatları nedeniyle, bizim kulaklarımız bu terime fazlasıyla aşinadır. Öte yandan, Türkiye’nin son yüzyıllık tarihinde Türkiye’nin kendi gayrimüslim yurttaşlarına yönelik yer yer ‘’etnik temizlik’’i çağrıştıran politikaları ve baskıcı uygulamaları da unutmamak gerekiyor.
Bu yazının amacı, geçmişte Türkiye’de ve hâlihazırda Çin’de yaşanan ve öznesi doğrudan doğruya veya dolaylı olarak devlet olan gayrı insanî pratiklerin ‘’soykırım’’ mı, ‘’etnik temizlik’’ mi veya başka bir şey mi olduğu değildir. Ama şu var ki, bu tür ciddî meselelerde bilgiye dayanmayan, uluorta veya sapla samanı karıştıran nitelemeler yapmaktan da kaçınmakta yarar var. Onun için, ben bu vesileyle bu iki teknik kavramı, ‘’soykırım’’ ve ‘’etnik temizlik’’ terimlerini, birbirleriyle ilişkisi içinde kısaca açıklamak istiyorum.
Bilindiği üzere, ‘’soykırım’’ terimi 2. Dünya Savaşı esnasında Almanya’da Yahudilerin toptan yok edilmesini amaçlayan bir seri fiilin sorumlularının yargılanmasını sağlamak amacıyla savaştan hemen sonra ortaya çıktı ve ilk defa kendisi de bir Polonya Yahudisi olan Raphael Lemkin tarafından tanımlandı. Bu tanım Uluslararası Ceza Mahkeme’sini kuran Roma Statüsü’ndeki soykırım tanımının da esasını oluşturmuştur. 20o2 tarihinde yürürlüğe giren Statü’nün 6. maddesine göre, soykırım ‘’(u)lusal, etnik, ırkî veya dinî bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek kastıyla işlenen fiiller’’ demektir.
Bu maddede sayılan fiiller şunlardır: a) grubun üyelerinin öldürülmesi, b) grubun üyelerine ciddî bedensel ve zihinsel zarar verilmesi, c) grubun tamamen veya kısmen fiziksel imhasıyla sonuçlanacak hayat şartlarına bilinçli olarak tâbi kılınması, d) grup içindeki doğumları engellemeyi amaçlayan tedbirlerin dayatılması, e) grubun çocuklarının cebren başka bir gruba verilmesi.
Kısaca, eğer bu fiillerden bir veya birkaçı hedef grubu yok etme kastıyla işlenirse soykırım suçu işlenmiş olur. Burada anahtar kavram ‘’yok etme/imha etme’’ kastıdır; eğer bu kasıt varsa, belirtilen eylemlerden tek bir tanesinin yapılması bile soykırım suçunu oluşturabilir.
‘’Etnik temizlik’’ ise belirli etnik gruplara mensup kişileri sınır dışı etmek veya zorla yerlerini değiştirmek (göçe zorlamak-tehcir) suretiyle belirli bir bölgeyi etnik olarak homojenleştirme girişimidir. Bu girişim zaman zaman hedef grubun bütün izlerini (anıtlar, ibadethaneler, mezarlıklar vb.) ortadan kaldırma boyutlarına kasar varır.
Ancak, etnik temizlik Roma Statüsü’nde başlı başına bir suç olarak öngörülmüş ve tanımlanmış değildir. Yine de, bu nitelikteki eylemler duruma göre ‘’soykırım’’, ‘’insanlığa karşı suç’’ veya ‘’savaş suçları’’nın gerçekleşme araçlarından biri olarak ortaya çıkabilir. Meselâ, Statüye göre, hedef grubun ‘’sürgün edilmesi veya zorla nakli’’ o gruba yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak ortaya çıkıyorsa ‘’insanlığa karşı suç’’ oluşturur. Öte yandan, etnik temizlik soykırımdan daha kapsamlı bir kavramdır; nitekim bazen soykırıma etnik bakımdan homojen bölgeler yaratma amacını gerçekleştirmek amacıyla başvurulabilir.
Son olarak belirtmek gerekir ki, etnik temizlik ve soykırım fâilleri açısından basit birer kriminalite meselesi değildir. Bunlar, ama özellikle de etnik temizlik esas olarak ‘’milliyetçilik suçları’’dır. Etnik temizlik tipik ve karakteristik bir ulus-devlet politikasıdır. Çünkü, milliyetçiliğin ‘’biz’’ tasavvuru etnik-kültürel bakımdan homojen olan ulus anlayışına dayanır ve devlet de aynı ulustan olanların siyasî birliği olarak görülür.
Onun için, milliyetçiler ‘’kendi’’ devletlerinde ‘’kendilerinden olmayan’’ başkalarının yaşama hakkına sahip olmadığına inanırlar. Ulusun etnik ve kültürel ‘’saflığı’’nın korunması ulus-devletlerin ana kaygısıdır. Bundan dolayı, milliyetçilerin, ulusun kendisinden olmayan azınlıklar olmadan “kendisi olarak” yaşaması için, etnik temizlik ve soykırım gibi insanlık dışı suçları işleyebilmelerine şaşmamak gerekir. (Diyalog, 8 Mart 2021)