I.

Geçenlerde, kendisi de liberal eğilimli olan bir arkadaş günümüzde liberalizmin dünyanın her yerinde gerilemekte olduğunu ve bunun neden ileri geldiğini merak ettiğini söyledi. Bu denemede bu soruya bir cevap vermeye çalışacağım. Ama önce, liberalizmin gerilemekte olduğuna ilişkin gözlem hakkında birkaç söz söylemem gerekiyor.

Liberalizmin günümüzde gerilemekte olduğu, bana göre kısmen doğru kısmen yanlış bir gözlem. Şu anlamda doğru: Dünyanın birçok yerinde sol-sosyalist eğilimili siyasî partiler veya kadrolar iktidara geliyor. Ayrıca, yabancı düşmanı-faşizan hareket ve partiler de Avrupa’da bile yükselişte. Buna karşılık, liberal eğilimli partiler iktidardan düşüyor veya geriliyorlar. Liberalizm epey bir süredir çekiciliğini kaybetmiş ve siyasettte çekim merkezi olmaktan çıkmış durumda. Bunu en başta, piyasa ekonomisine kuşkucu, hatta düşmanca tutumun gitgide yaygınlaşmasında gözlüyoruz.

Öte yandan, liberalizmin gerilemekte olduğu gözleminin başka bir açıdan yanlış olduğu söylenebilir. Nitekim özgürlük ve birey hakları, anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ile kuvvetler ayrılığı gibi liberal siyasî idealler hem modern demokratik devletlerin temel direkleri olarak ayakta duruyorlar, hem de birer ideal olarak yüceltilmeye devam ediyorlar. Ayrıca, hoşgörü, ayrımcılık karşıtlığı, çeşitlilik ve çoğulculuk gibi liberal değerler de halâ bütün toplumların ulaşması arzu edilen evrensel standartlar olarak görülüyor.

Bu durumda, belki de, liberalizmin gerilemesinden ziyade belli bir tür liberalizmin, klasik liberalizmin gerilemesinden söz etmek daha doğru olur. Nitekim, felsefî öncülleri bakımından değilse de, kamu politikası (policy) önerileri bakımından “sosyal demokrasi”den çok farklı olmayan Amerikan tarzı “liberalizm” aynı ölçüde gözden düşmüş değildir.  Peki, klasik liberalizmle “Amerikan liberalizmi” (liberal sol) arasındaki en temel fark nedir derseniz, “serbest” piyasa ekonomisi konusundaki yaklaşımlarıdır derim. Bu ayrımın ayrıntılarını diğer yayınlarımda[1] bulabilirsiniz, onun için burada şu kadarını belirtmekle yetineceğim: Amerikan liberalleri piyasa ekonomisini açıkça reddetmemekle beraber, onlar ya piyasanın aşırı ölçüde düzenlenmesinden yanadırlar, ya da bu modelle bağdaşmayan kimi tercihleri vardır. Hatta denebilir ki, Amerikan liberalizminin ve genel olarak “liberal sol”un söyleminde, eleştirel bağlam dışında piyasa ekonomisinin pek adı geçmez.

Yeri gelmişken bu meselenin başka bir yanına da işaret etmek isterim: Ben (serbest) piyasa ekonomisini reddeden veya onun önemini gözardı eden bir kimseye de tutarlı olarak “liberal” denemeyeceği kanaatindeyim. Ama öte yandan, kendi başına piyasa ekonomisi taraftarlığının da bir kimseyi liberal yapmaya yetmeyeceği açıktır. Çünkü, çoğu muhafazakârın durumunda olduğu gibi, bir kişi sırf etkinlik mülâhazalarıyla piyasa ekonomisini desteklerken, başka konularda pekalâ illiberal politik tercihlere sahip olabilir.

II.

Evet klasik liberalizm geriliyor, peki neden?…

Aslında, klasik liberalizm hiçbir zaman sahici anlamda yaygın bir kabul görmedi (“ilerlemedi”) ki gerilemesinden söz edebilelim. Olan sadece, bazı liberal temaların zaman zaman kimi muhafazakâr partiler arasında kısmen popüler hale gelmesiydi. Bunun da liberal öğretiye faydadan çok zararı oldu diyebilirim. Solcular, “neo-liberalizm” adı altında, muhafazakâr iktidarların sistemik bütünlük ve tutarlılıktan yoksun ve esas itibariyle iktisadî alana münhasır olan kimi uygulamalarını  (özelleştirme gibi) liberalizmle özdeşleştirdiler ve bu hükümetlerin hatalarını da liberalizme fatura ettiler. Bu şekilde “neo-liberalizm” yaftası altında yürütülen karalama kampanyası klasik liberalizmin yanlış kavranmasına yol açmak suretiyle ona büyük darbe vurdu.

Daha temelde, eğer mesele insanların onu çekici bulması ise, aslında klasik liberalizm bu bakımdan pek şanslı sayılmaz. Şöyle ki: Bireyi ahlâkî özne olarak ve bireysel özgürlüğü de temel değer olarak gördüğü için, ilk bakışta liberalizmin insanlara genellikle çekici geleceği düşünülebilir veya biz öyle olduğunu düşünegeldik. Ama belki de bu düşünce biz liberallerin hüsn-i kuruntusudur. Belki de insanlar özgür fâiller olmaktan ziyade, pasif bağımlılar olmayı tercih ederler. Özellikle de görünüşte maliyetsiz olan avantajlar (bedava yemek) sözkonusu ise…

Öte yandan, kişinin özgür fâil olmasına temel değer atfetmesi, bir yanıyla da liberalizm için bir şanssızlık kaynağı olabilir. Çünkü, açıktır ki, ahlâkî faillik ve özgürlük aynı zamanda bireye sorumluluk da yükler: Özgür olarak eylemde bulunan kişi eyleminin sonuçlarının sorumluluğunu da üstlenmelidir. Ne var ki,  çoğu insan bu yükten, sorumluluk yükünden kaçınma eğilimindedir. Bunun da liberalizmi çekici yapmayacağı açıktır.

III.

Klasik liberalizmin yaygın bir toplumsal-siyasal ideal haline gelmesinin önünde başka engeller de var. Bunlar hemen hemen tamamiyle ortalama insanın düşünme ve dünya karşısında tutum alma konusundaki genel eğilimiyle ilgilidir. Sosyal ve ekonomik tarihin ağırlıklı olarak sosyalist okumasının (“vahşi kapitalizm” söyleminin) objektif bir veri ve kuşku götürmez bir hakikat olduğuna insanların yaygın olarak inanması bu bakımdan şaşırtıcı değildir.[2] Geri kalmışlık, yoksulluk ve açlık başta olmak üzere insanlığın başına gelen her kötülüğün liberal kapitalizmin eseri olduğuna ilişkin solcu iddia ortalama insanın düşünme ve tutum alma eğilimlerine uygun düşmektedir.

Klasik liberalizmin, özellikle de onun serbest piyasa ekonomisi üstündeki vurgusunun insanlara cazip gelmemesine aşağıda belirteceğim hususlar şu veya bu ölçüde katkı yapmaktadır:

(1) İnsanlar genel olarak “iyi sonuçlar”ın, onları elde etmek için başvurulan araçların uygunluk ve elverişliliğinden ziyade, iyi niyete bağlı olduğunu düşünmeye meylederler. Onlara göre, meselâ, yoksulluk varsa bunun nedeni kötü niyetli kapitalistlerin böyle olmasını istemesidir. Kalkınmanın sağlanması, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda üretim yapılması ve refahın yaygınlaşması uygun araçların (üretim araçlarının özel mülkiyetine ve mübadele özgürlüğüne dayalı piyasa ekonomisinin) tercih edilmesine değil, fakat daha ziyade iyi niyetli, müşfik kadroların (ki bu genellikle sosyalistlerdir) iktidara gelmesine bağlıdır.

(2) Genel bir eğilim olarak insanlar her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten, hayırhah bir  merkezî elin bütün kötülükleri kaldırıp dünyayı iyileştirebileceğine, dünyada cennetin kurulabileceğine inanırlar. Sanılır ki, “Ol!” demekle her şeyi olduracak beşerî bir irade vardır. Tersi de doğrudur: Dünya cennet değilse; bu da yine sınırsız bilgili ve herşeye kadir ama bedhah bir merkezî el yüzünden olmalıdır.

Devletçiliğin temel nedenlerinden de biri bu düşünce eğilimidir. Kollektivist ütopyalar da insanlara genellikle bundan dolayı cazip gelir. Oysa, ister devlet siterse başka bir şey olsun, gerçekte ne böyle yetkin bir beşerî özne vardır ne de dünyayı bir cennete dönüştürmek mümkündür. Aslına bakılırsa, dünyayı “cennet”e dönüştürmeye ilişkin her girişimin kaçınılmaz sonu “yeryüzünde kâbus”tur. “Tam rekabet” diye bir şeyin olmaması gibi, kusursuz bir dünya, problemsiz bir varoluş da yoktur.

(3) Çoğu insan “kıtlık” diye büyük bir beşerî problemin varlığının idrakinde değildir. İnsanlar ihtiyaç duyulan her şeyin dünyada hem genel erişime hazır olarak var olduğuna, hem de bol miktarda bulunduğuna inanırlar. Yeryüzünün Tanrı veya doğa vergisi “nimet”lerle dolu olduğu sanılır. Öyle olunca da, insanların ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin nasıl üretileceği mesele olmaktan çıkar, bunun yerine zaten hazır olan bu “nimetler”in nasıl paylaşılacağına odaklanılır. Mal ve hizmetlerin çoğunun verili “nimetler” olmayıp insanlar tarafından üretildiği görmezlikten gelinince de, bolca var olduğu düşünülen “nimetler”den bazı kimselerin az yararlanması veya hiç yararlanamaması (yoksulluk ve açlığın varlığı) komplocu bir iradenin eseri olarak görlür.

(4) Her ne kadar “külfetsiz nimet olmaz” vecizesinin doğruluğuna herkes inanır gözükse de, insanlar genellikle zahmetsiz ve külfetsiz nimetlere özlem duyarlar. Her “nimet”in (mal veya hizmetin) bir bedeli olduğunu çoğu insan anlamak istemez. “Bedava” yediklerini sandıkları yemeğin fiyatını aslında başkalarının ödemiş olduğu veya ödeyeceği (“There is no free lunch”) çoğu zaman insanların aklına gelmez.

(5)  Girişimciliğin bir erdem, girişimin ise yaratıcı ve üretken bir etkinlik olduğunun çok az insan farkındadır. Çoğu kimse girişimcilerin yeni fırsatları keşfedip onları insanlar için mal ve hizmete dönüştüren yaratıcılar değil de tufeyli varlıklar (parazitler) olduğunu düşünme eğilimindedir. Sanılır ki, fırsatları keşfedecek, üretim araçlarını üretken bir şekilde organize ve koordine edecek girişimci veya girişimciler olmasa, diğer “üretim fakttörleri” kendiliklerinden ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri üretecektir.

IV.

Sonuç olarak, insanların düşünmeye, dünya ve hayat karşısında tutum almaya ilişkin bu ve benzeri eğilim ve alışkanlıkları değişmediği sürece, klasik liberal öğretinin herhangi bir ülkede kamu siyasetlerine tamamen hâkim olma şansı yok gibidir. Bu da, çok sınırlı istisnalar dışında, klasik liberal parti veya kadroların tek başlarına iktidar olamayacakları ya da tek başına iktidara gelmek istemeleri halinde bunu doktriner tutarlılığı koruyarak yapamayacakları ve ister istemez kimi sol ve/veya muhafazakâr temaları programlarına dahil etmek durumunda kalacakları anlamına gelir.

Bu yargıyı kötümser veya iç karartıcı bulanlar kendilerini bu yazının başında işaret etiğim şu gözlemle avutabilirler: “(Ö)zgürlük ve birey hakları, anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ile kuvvetler ayrılığı gibi liberal siyasî idealler hem modern demokratik devletlerin temel direkleri olarak ayakta duruyorlar, hem de birer ideal olarak yüceltilmeye devam ediyorlar. Ayrıca, hoşgörü, ayrımcılık karşıtlığı, çeşitlilik ve çoğulculuk gibi liberal değerler de halâ bütün toplumların ulaşması arzu edilen evrensel standartlar olarak görülüyor.”

Bunlar çok muhtemeldir ki, modern çağın halâ medenîliğin sınırları içinde kalmasını mümkün kılmış olan değerlerdir. Başka bir deyişle, halâ insanîlikten tamamen uzaklaşmamışsak, bu belki de uygarlığımızdaki iyi-kötü liberal aşı sayesindedir. İşte bu hepimizi sevindirecek önemli bir noktadır.

Daha fazla iyimserlik için ise, büyük çoğunluğun düşünce ve davranışlarını yönlendiren o yaygın zihinsel tutumun dünya ve hayat hakkında yanlış kabullere dayandığına insanları ikna etmek için liberallerin çalışması, hem de çok çalışması gerekiyor.

[1] Bu konuya ilişkin en güncel bilgiler şurada bulunabilir: Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi (Ankara: Siyasal Kitabevi,  2015, 12. b.), ss. 416-424.

[2] Bu konuda bkz. Mustafa Erdoğan, “İyi Niyet, Yoksulluk ve Piyasa”, Piyasa Dergisi, 2002/3, ss. 93-97. Bu makaleye Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin web sayfasından da ulaşabilirsiniz.

Bu Makaleyi Paylaş:

One thought on “LİBERALİZM GERİLİYOR MU?”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir