Kurucularından olduğum, bugünlerde 10. yılını dolduran Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin yaptığı bir değerler araştırmasının sonuçları geçenlerde açıklandı ( file:///C:/Users/merdo/Downloads/Turkiyede-Liberal-Degerler.pdf.) Araştırma liberal sosyo-politik değerlerin Türkiye toplumu tarafından ne derece benimsenmiş olduğunu anlamaya yönelik. Sonuçlar liberalizm adına iyimser beklentilere sahip olanları hoşnut edecek gibi görünmüyor
Araştırmaya katılanlara çeşitli alanlarla ilgili çok sayıda soru yöneltilmiş, benim bu yazıda bütün cevapları değerlendirmem mümkün değil. Onun için ağırlıklı olarak iktisadî sistem, ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile hukuk devleti konusundaki cevaplar üzerinde odaklanacağım.
İktisadî sistemden başlarsak, bu konuda deneklerin kafası karışık gibi. Kapitalizmin diğer ekonomik sistemlere nispetle daha iyi olduğu görüşüne deneklerin sadece üçte biri (%34) katılıyor. Kapitalizme desteğin düşük olmasının nedenlerini deneklerin diğer bazı sorulara verdik cevaplarda bulabiliriz. Nitekim aynı grup kapitalizmin yoksulluğu artırdığına (% 56) ve büyük şirketlerin tekelleşmesine yol açtığına (% 61) inanıyor. Bu arada, cevap verenlerin üçte birden fazlası (% 38) özelleştirmeye de karşı. Denekler antikapitalist uygulamalara da çok yüksek oranda destek veriyorlar: piyasada fiyat denetimi yapılsın diyenler (% 93), kira artışları sınırlansın diyenler % 92), işsizliğin azalması için kamuya personel alınsın diyenler (% 79), ithalat kısıtlanmalı diyenler, yani korumacılık (% 67). Tarım söz konusu olduğunda korumacılığın desteği daha da artarak % 73’e çıkıyor.
Aynı grubun ‘’devlet kuralları koymak dışında ekonomiye müdahale etmemeli’’ düşüncesini onaylama oranının nispeten yüksek (% 59) olması bu sonuçlarla uyuşmaz görünüyorsa da sanırım bu görünüşteki çelişki şöyle açıklanabilir: ‘’Kuralları koymak’’ bu araştırmanın deneklerine piyasanın işleyişi için uygun bir hukukî çerçeve sağlamaktan başka bir şeyi çağrıştırıyor olsa gerek. Yani ya fiyat denetimi ve kira kontrolü gibi uygulamaları ‘’kural koymak’’ olarak veya ekonomiye müdahaleyi piyasayı tamamen ortadan kaldırmak veya tümüyle regüle etmek olarak anlıyor olmalılar.
Her ne hal ise, ekonomiye ilişkin bu müdahaleci ve regülasyoncu yaklaşımla tutarlı olarak, katılanlar çoğunlukla sosyal devlet uygulamalarından yana tutum alıyorlar. Nitekim herkesin sağlık masraflarının devletçe karşılanmasını destekleyenlerin oranı çok yüksek, % 85.5 oranında. Bu durumda zenginlerin ödediği vergilerin daha da artırılmasını uygun görenlerin oranının çok yüksek (% 82) çıkması da şaşırtıcı değil.
Hukuk devletiyle ilgili olarak ise, iyi yönde bir gelişme eğilimi var gibi ki bu sevindirici. Nitekim devletin yetkilerinin sınırlanamaz olduğuna (% 53.6), devlet menfaatinin bireyin haklarından önce geldiğine (% 48), devlet yararı nedeniyle kamu görevlilerinin yetkilerini aşabileceğine (% 53), kamu idaresine dava açılmasının kamu hizmetlerini aksatacağına (% 44), kanunların iptal edilmesinin demokrasiye aykırı olduğuna (% 40), hükümetin kendisine muhalif olanları kamu görevlerine atamayabileceğine (% 64) ve kararlarını beğenmediği hakimleri başka yere tayin edebileceğine (% 61) onay vermeyenlerin oranları bunları onaylayanlardan daha yüksek. Ancak bunun bir istinası var: Cumhurbaşkanının yüksek yargı üyeleriyle derdest davalar hakkında görüşme yapabileceği görüşüne katılanların oranı -bir puanlık farkla da olsa- katılmayanlarınkinden daha yüksek (% 41’e % 40). Sonuncusu başta olmak üzere bu veriler, toplumun devletçi eğilimi tamamen ortadan kalkmış olmasa da, AKP-MHP iktidarının baskıcılığının hukuk devleti ve insan haklarının değerinin daha iyi kavranmasına katkı yapmış olabileceğini düşündürmektedir.
Öte yandan, hukuk devletine desteğin oranı bu örneklerin bazılarında % 50’nin altındadır, bazılarında ise hukuk devletine olan destek ile aksi yöndeki tutum arasındaki fark azdır. Demek istediğim şu ki, hukuk devletinden yana daha kararlı bir tutum bu oranların ve aradaki farkın daha yüksek olmasını gerektirirdi. Bu arada, sevindirici bir gelişme olarak, insan haklarının Batı kültürüne ait bir kavram ve Batı’nın bir dayatması olmadığı görüşünü destekleyenlerin oranı da artmış durumda (% 66). Bunun da önemli ölçüde AKP-MHP yönetimi karşıtlığından besleniyor olması muhtemel.
Ayrıca, bütün insanların değerinin eşit olduğu görüşü de denekler tarafından daha da yüksek oranda (% 88) desteklenmektedir. Ne var ki, ağırlıklı olarak konuşuldukları bölgelerde Arapça’nın ve Kürtçe’nin ikinci resmî dil olması konusundaki cevaplar bu eğilimle uyumlu görünmemektedir. Nitekim, bu dillerin resmî dil olarak kabul edilemeyeceğini onaylayan cevapların oranı Arapça için % 67, Kürtçe için % 62’dir. Bu ayrımcılık işe alımlar söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. Nitekim işe alımlar konusunda vatandaşlara -göçmenler ve ‘’azınlıklar’’ karşısında- öncelik verilmesini onaylayanların oranı % 86’ya çıkmaktadır.
Ayrımcı eğilim gayrı müslimlerin din özgürlüğü konusunda da güçlüdür. Örneğin, Yahudi ve hristiyanların dinsel tanıtım yapamayacaklarını onaylayanlar (% 42.5) ile mahallede sinagog ve kiliseye izin verilmemesini onaylayanların (% 44) oranları bir hayli yüksektir. Aleviler aleyhine de daha düşük düzeyde olmakla beraber ayrımcılık söz konusudur; deneklerin % 34’ü mahallelerinde Cemevi’ne izin verilmemesini desteklemektedir. Bu sonuçlar deneklerin çoğunun ‘’Türk’’, Müslüman ve Sünnî Müslüman olmayanları kendileriyle eşit görmediklerini göstermektedir. Oysa herkesin anadili ve vicdanî-dinsel inancı kendi kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
İfade ve örgütlenme özgürlüklerine gelince, bu konuda hükümetin veya RTÜK’ün geleneksel medya ile sosyal medyaya keyfî müdahalesi genellikle onaylanmamaktadır ama ‘’toplumun değer yargıları’’na aykırı fikirlerin yasaklanmasından yana olanlar (% 44), aksi görüşte olanlardan (% 41) daha yüksektir. ‘’Aileye ve genel ahlâka zararlı’’ dizi ve filmler söz konusu olduğunda yasakçı eğilim daha da yükselerek % 50 seviyesine çıkmaktadır. Örgütlenme özgürlüğü konusunda da genel eğilim sivil toplum kuruluşlarından yana olmakla beraber, herkesin örgütlenme hakkına olan nispî destek (% 48), LGBTI (% 32.6), demokrasi karşıtları (% 24), dinî topluluklar (cemaatler ve tarikatlar?, %18) ve etnik topluluklara (14.5) doğru gidildikçe azalmaktadır. Bu arada, devletin silâhsız -saldırısız gösteri yürüyüşlerini bile engelleyebileceğini kabul edenler de üçte bi gibi ciddî bir orana ulaşmaktadır.
Sonuç olarak, on yılı aşkın bir süredir uygulanmakta olan baskı rejimi yurttaşları devleti desteklemek konusunda daha çekimser yapmış gibi görünmekle beraber; gayrımüslimler, etnik-kültürel ve dinsel azınlıklar, göçmenler ve marjinal addedilen hayat tarzına sahip olanlar için aynı olumlu etkinin ortaya çıkmadığı söylenebilir. Öte yandan, bu araştırmanın verilerinin toplumun genel eğilimini doğru yansıttığını varsayarsak, Türkiye toplumu ekonomik özgürlükler ve serbest piyasa ekonomisinin değerini ve ekonomik müdahaleciliğin zararlarını pek idrak edememiş görünmektedir. (Diyalog, 13 Ekim 2024)