Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova sorunuyla ilgili olarak 22 Temmuz tarihinde verdiği “istişari mütalâa” yeni bir tartışma başlattı. Adalet Divanı bu kararıyla, Kosova’nın Sırbistan’dan bağımsızlık ilân etmesini uluslararası hukuka ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı bulmadı. Türkiye söz konusu olduğunda, “ülke bütünlüğü”nün dokunulmazlığına ilişkin uluslararası hukuk kuralına darbe vurduğu gerekçesiyle bu karar milliyetçiler ve “ulusalcılar”ı rahatsız ederken, kabaca “liberal” diye anılan cenahta “ulus-devletin sonu”nu müjdelediği düşüncesiyle belli-belirsiz bir sevinç yaratmış görünüyor. Ama gerçekte ne anlama geldiğini belirleyebilmek için Adalet Divanı’nın bu kararına yakından bakmamız gerekiyor.

  1. ADALET DİVANI’NIN KARARI

Uluslararası Adalet Divanı 22 Temmuz 2010 tarihli söz konusu kararını, BM Genel Kurulu’nun 8 Ekim 2008 tarihli bir kararına istinaden Genel Sekreter’in 9 Ekim 2008 tarihli başvurusu üzerine aldı. Kosova Meclisi 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlık ilân etmişti. Onun için, BM Genel Kurulu’nun Adalet Divanı’ndan hakkında istişari görüş talep ettiği sorun şuydu: “Kosova Geçici Özyönetim Kurumları tarafından alınan tek taraflı bağımsızlık ilânı uluslarasası hukuka uygun mudur?”

Mahkeme bu soruna ilişkin kararını üç aşamalı bir gerekçelendirme sonunda verdi. Buna göre:

(1) Tek taraflı bağımsızlık ilânı uluslararası hukukun herhangi bir amir hükmüne aykırı değildir. Şöyle ki: 18. ve 19. yüzyıllar ile 20. yüzyıl başlarında çok sayıda bağımsızlık ilânı yapıldı ve kendilerinden bağımsızlaşılan devletler buna şiddetle karşı çıktılar. Bunların bazıları yeni bir devletin doğmasıyla sonuçlandı, bazıları değil. Ama hiçbir durumda devletler bağımsızlık ilânı işleminin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürmediler. Aksine, bu dönemde devletlerin tutumu, uluslararası hukukun bağımsızlık ilânlarını yasaklayan herhangi bir hükmü bulunmadığı sonucuna götürmektedir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında “kendi kaderini tayin”e ilişkin uluslararası hukuk kendi-kendini yönetemeyen bölgelerin halkları veya yabancı hakimiyetindeki halklar için bağımsızlık hakkı yaratacak şekilde gelişti. Pek çok yeni devlet bu hakkın kullanılmasının sonucu olarak doğdu.

Öte yandan, uluslararası hukuk düzeninin önemli bir parçası olarak “ülke bütünlüğü” ilkesi BM Anayasası’nın 2. maddesinde güvence altına alınmış olmakla beraber, bu ilkenin kapsamı devletler arasındaki ilişkiler alanıyla sınırlıdır. Bu ilke, sadece, BM Genel Kurulu’nun muhtelif kararlarında teyit edildiği üzere, devletlerin başka bir devletin ülke bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanmaktan veya güç tehdidinde bulunmaktan kaçınmalarını gerektirmektedir. Gerçi, Güney Rodezya (1965), Kuzey Kıbrıs (1983) ve Republika Srpska (1992) gibi örneklerde Güvenlik Konseyi bağımsızlık ilânlarını kınayan kararlar vermiştir, ama bu örneklerde bağımsızlık ilânlarının hukuksuzluğu, bunların tek taraflı olmasından değil fakat hukuka aykırı olarak güç kullanılmasından veya uluslararası hukukun –özellikle de onun amir hükümlerinin- şu veya bu şekilde ağır ihlâlinden kaynaklanmıştır.

Nihayet, Mahkeme bu olayda Kosova halkının –ister kendi-kaderini-tayin hakkının bir ifadesi olarak, isterse “çare olarak ayrılma” (remedial secession) hakkının bir sonucu olarak gerekçelendirilsin- bağımsız bir devlet kurma hakkına sahip olup olmadığı sorununu tartışmıyor. Mahkemenin, kendisine yöneltildiği şekliyle cevaplamak durumunda olduğu sorun, bağımsızlık ilânının uluslararası hukuka uygun olup olmadığından ibarettir.

(2) Kosova’nın Sırbistan Cumhuriyeti’nden bağımsızlık ilânı BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 (1999) sayılı kararını da ihlâl etmemektedir. Çünkü, Güvenlik Konseyi’nin bu kararı bağımsızlık ilânına karşı bir yasak içermemektedir. Esasen, bu kararın konusu ve amacı Kosova için geçici bir yönetim kurmak olup, Kosova’nın nihai statüsü hakkında herhangi bir belirleme yapmamaktadır.

(3) Bağımsızlık kararı alanlar, Güvenlik Konseyi’nin 1244 (1999) sayılı kararında belirlenen Anayasal Çerçeveye tâbi Geçici Özyönetim Kurumlarından biri olarak değil fakat bunun dışında Kosova halkının temsilcileri sıfatıyla hareket etmiş olduklarından, geçici yönetimin yetki ve sorumluluklarının çerçevesi ile bağlı değildirler. Dolayısıyla, bağımsızlık ilânı söz konusu Anayasal Çerçeve’yi de ihlâl etmemiştir.

DEĞERLENDİRME

Adalet Divanı’nın, Kosova’nın bağımsızlık ilânının uluslararası hukuka aykırı olmadığına ilişkin hukukî görüşü, ilk bakışta, “ülke bütünlüğüne saygı”nın anlamı dışında, yerleşik anlayışları kökten değiştiren bir özelliğe sahip değildir. Görünüşe göre bu karar ne “kendi-kaderini-tayin” hakkının kapsamı hakkında bir yorum yapmakta ne de “ayrılma hakkı”[1]nın teorik tartışmasını yapmaktadır. Bununla beraber, uluslararası hukukun yerleşik bir ilkesi olarak “ülke bütünlüğüne saygı”yı Adalet Divanı’nın yorumlama biçiminin “ayrılma hakkı”yla ilgili önemli sonuçları vardır.

Buna göre, ülke bütünlüğüne saygı ancak devletler arasında geçerli olan bir ilkedir; yani bu ilkenin yasakladığı, bir devletin başka bir devletin “ülke bütünlüğü”nü ihlâl etmesidir. Dolayısıyla, bir devletten bağımsızlık ilân eden bir topluluk veya toplum bu ilkenin muhatabı değildir. Bundan, zorunlu olarak, “ayrılma”nın genel bir hak olduğu sonucu çıkmazsa da, zora başvurmayan bir ayrılmanın kendisinden ayrılınan devletin “ülke bütünlüğü”nü ihlâl etmiş olarak görülemeyeceği anlamı çıkar.

Öte yandan, Adalet Divanı’na göre, bağımsızlık ilânının tek taraflı olması onu otomatik olarak uluslararası hukuka aykırı yapmaz. Bu demektir ki, başka şartlar saklı kalmak kaydıyla, bağımsızlık ilânının geçerli olması için kendisinden ayrılınan devletin rızası şart değildir. Bu kararın geçerliliğinin bağlı olduğu şartların başında ise güç kullanılmaması ve uluslararası hukukun başka amir hükümlerinin ihlâl edilmemesi gelmektedir. Bununla beraber, Divan’ın kararında bu diğer “amir hükümler”in neler olduğu açık değildir. Yine de şurası açıktır ki, kendisinden bağımsızlaşılan devlet onaylamasa da durumun özelliklerine bağlı olarak bağımsızlık ilânı geçerli olabilir. Bu durumda, ayrılan topluluk veya toplumun kendisi güce başvurmadığı sürece, başta kendisinden ayrılınan devlet tarafından olmak üzere, ona karşı güç kullanması da meşru olmaz.

Görülüyor ki, Divan bu kararıyla, bağımsızlık ilânını (“ayrılma”yı) kategorik olarak değilse de, şartlara bağlı bir “hak” olarak tanımış olmaktadır. Başka bir anlatımla, Adalet Divanı “ayrılma genel bir haktır” demiyor ama onun bazı durumlarda meşru olabileceğini de kabul ediyor. Bunun yerleşik uluslararası hukuk konseptinde hatırı sayılır bir değişiklik anlamı taşıdığı açıktır. Fakat şu da var ki, Adalet Divanı’nın bu olaydaki akıl yürütme tarzı, onun meşru bir ayrılmanın bağlı olduğu şartları her somut durumda yeniden yorumlama yetkisini saklı tutmak istediği izlenimi de vermektedir. Kosova uyuşmazlığında Divan’ın bu şartları nispeten gevşek yorumlaması, öyle anlaşılıyor ki, Kosova’da zaten Birleşmiş Milletler tarafından kurulmuş özerk bir geçici yönetimin var olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yani burada tam bir “devletten ayrılma” durumu yoktur.

Divan bu kararıyla, adeta, Kosova’daki geçici, ama geri dönüşü yok gibi görünen fiilî durumun nihaî hale getirilmesine ve ona kalıcı bir hukuki statü kazandırılmasına onay vermektedir. Onun için, Adalet Divanı’nın gelecekte farklı şartlarda gerçekleşebilecek başka bağımsızlık ilânlarına aynı ölçüde “anlayış” göstermemesi ihtimal dahilindedir. Ama her halükârda Divan’ın bağımsızlık ilânını “ülke bütünlüğüne saygı” ilkesine kategorik olarak aykırı bulmayacağı kesin gibidir.

* Star Açık Görüş, 1 Ağustos 2010.


[1] Bu konuda bkz. Mustafa Erdoğan, İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (Ankara: Orion Yayınevi, 2. b., 2011), ss. 99-105.

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir