Fransızlar iki hafta önce bir öğretmenin başı kesilerek öldürülmesi dehşetine tanık oldular. Vahşetin fâili maalesef bir müslümandı. Bu vahşînin sözümona gerekçesi de, maktul öğretmenin derste öğrencilerine Charlie Hebdo dergisinin Hz. Muhammed’le ilgili karikatürlerini göstermiş olmasıydı.
Bu feci olayın Türkiye’deki yankılarına bakınca, kendimi kızgınlık ve utançla karışık bir şaşkınlık içinde buluyorum. İki nedenle: İlk olarak, bu vahşetin Türkiye toplumunda insanî duyarlığı yansıtan sahici bir tepkiye yol açmaması ve neredeyse Fransa ile Türkiye arasındaki soğuk bir diplomatik meseleden ibaret görülmesi gerçekten tuhaftır. Oysa, devletleri bırakalım, biz toplum olarak ayağa kalkmalı ve bu vahşeti yüksek sesle ve ‘’amasız’’ bir şekilde kınamalıydık. Böyle bir meselede ‘’dindaşımız’’ olan vahşiyle değil de Fransız halkıyla empati yapmamız gerekmez miydi?…
Şaşkınlığımın ikinci nedeni ise muhalefet dahil Türkiye’nin siyasî aktörlerinin bu olaya verdikleri tepkide ifadesini bulan vurdumduymazlık ve ona eşlik eden saldırgan üslupla ilgili. Türkiye’nin medenîlik standartlarıyla bağdaşmayan bu tepkisi Fransa Cumhurbaşkanının Müslümanlara ve İslâma yönelik ‘’münasebetsiz’’ söz ve tutumuyla da haklı gösterilemez. Çünkü, daha beş yıl önce yine fâilleri Müslüman olan bir katliamın (Charlie Hebdo katliamının) kurbanı olmuş olan bir halkın siyasî liderliğinin, bu son olaya sıcağı sıcağına verdiği tepkide ölçüyü kaçırması anlaşılabilir bir durumdur. Burada soğukkanlı olması ve kendini kontrol etmesi gereken Türkiye’ydi.
Kaldı ki, lâik bir devlet olarak Türkiye’nin İslâmın dünyadaki hâmisiymiş gibi hareket etme ve konuşma hakkı da yoktur. Böyle bakıldığında, bu mesele –kafa kesme vahşetinin dehşete düşürdüğü Fransızlara göstermesi gereken insanî ilginin dışında- Türkiye devletini değil, esas olarak Türkiye’nin Müslüman yurttaşlarını ilgilendirmektedir. Heyhat, orada da baskın olan eğilim, bırakalım dehşete düşen Fransızların psikolojisini anlamaya çalışmayı ve şiddet-karşıtı bir eksende onlarla dayanışmayı, Fransa’da ve genel olarak Batı dünyasındaki ‘’İslâmofobya’’yı bahane ederek o bildik küfürbaz saldırganlığa sarılmak oldu.
Oysa, İslâmofobyadan şikâyet eden müslümanların Batılılara saldırmadan önce, ‘’bu insanlar İslâmdan neden korkuyorlar?’’ diye kendilerine sormaları gerekmez mi? Son yıllarda müslüman eylemciler tarafından dünyanın pek çok yerinde işlenen şunca sabotaj, cinayet ve terörist eylemler karşısında, halâ ‘’Müslüman terörist olmaz’’, ‘’İslâm terörle bağdaşmaz’’ demeye devam etmenin inandırıcı bir cevap olmadığını hiç değilse Türkiye’li müslümanların da teslim etmelerinin zamanı gelmedi mi?…
Şunu artık bu toplumun kendi içinden birilerinin söylemesi, söylemeye cesaret etmesi gerekiyor: Müslümanların kendi dindaşlarının yaptıkları kötülükler ve işledikleri insanlık suçları karşısında bile kendilerini kandırmaktan ve hep başkalarını suçlamaktan vaz geçerek kendileriyle hesaplaşmaları artık şart olmuştur. Hatta bundan da önce, bu noktayı kendi aralarında sırf dile getirmenin bile Müslümanlar için niçin bir cesaret meselesi olduğunu her müslümanın kendisine sorması gerekiyor.
Evet, başkaları İslâmla ve onun peygamberiyle ilgili olarak müslümanların hoşuna gitmeyen veya onları rahatsız eden bir duygu veya düşünce belirttiklerinde müslümanlar buna niçin hemen şiddetle mukabele ediyorlar? Müslüman olmayanlar İslâm konusunda müslümanlarla aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde hissetmek zorunda mıdırlar?…
Evet, medenilik başka insanların hassas olduğu konularda özenli bir kullanmayı ve bu arada onların inançlarına uluorta saldırmamayı gerektirir. Bu bakımdan, müslümanlar müslüman olmayanlardan, İslâm hakkında saldırgan bir üslupla konuşup yazmaktan kaçınmayı medenilik gereği olarak isteyebilirler. Ama bu istek veya beklenti Müslümanlar lehine cebren uygulanabilecek bir hak teşkil etmez. Onun için, bu beklentiye uygun davranılmamasının karşılığı şiddet olamaz. Çünkü, şiddete başvurmak sırf bir medenilik meselesi olmanın çok ötesinde bir şeydir. Kaldı ki, Batılıların dünyasında ifade özgürlüğü onların kendi dinlerinin, Hristiyanlığın kutsallarına karşı da işler.
Öte yandan, eğer İslam dünyasındaki bu hoşgörü eksikliğinin İslamın kendisinden değil de onun öğretimesindeki yöntemsel hatalardan ileri geldiğini düşünen müslümanlar varsa, o zaman onların İslamın imajını kurtarmak için öne çıkmaları ve bu durumu değiştirmek üzere çaba göstermeleri beklenir. Müslümanlar halihazırdaki fundamentalist din anlayışının ve dinsel bağnazlığın önüne geçmenin bir yolunu bulmadıkları sürece, Batıdaki İslâm korkusundan ve İslâm karşıtlığından şikâyet etmeye hakları yoktur.
İnananlarını hazzetmedikleri her söz karşısında şiddete başvurmaya sevk eden bu hoşgörüsüz din anlayışı sadece Batılıları değil, doğrusu beni de korkutuyor.
(Diyalog, 1 Kasım 2020)